Ozu, Japonya’nın en özüne yakın yönetmeni olarak bilinir. Diğer yönetmenler Avrupa ve Amerika’ya açılmış, bunu en azından sinemalarında çokça hissettirmişlerdir ama Ozu kendi geleneksel normlarının dışına neredeyse hiç çıkmamıştır. Kısa filmlerle ve hatta komedilerle başladığı yönetmenlik kariyeri, daha sonra drama, gerçekliğe ve Japon kültüründeki değişimlere yönelmiştir. Bu alanda birçok başarılı yapıma imza atan Ozu, toplumun sancılı geçiş sürecini de filmlerinde kusursuza yakın iletmiştir. Aile ve kuşaklar arasındaki farklılıklar sinema üzerinde epey etkili olmuş, bunları yansıtırken kullandığı kamera dili ise kendine has bir çizgiden dışarı çıkmamıştır. Karakter odaklı anlatım ve kadrajlar Ozu sinemasını birkaç sahnesinden tanıyabileceğim en belirgin özellik olarak da göz çarpmakta. İşte bu sinemanın belki de en önemli yapıtlarından biri kesinlikle Late Spring. Ülkemizde Geç Gelen Bahar olarak bilinen film, bir genç kadının hikayelerinin ve toplumdaki yerinin anlatıldığı Noriko adlı üçlemenin ilk filmidir.
O dönemin Japonyasında kadınların evlenmek ve çocuk yapmak zorunluluğu ve toplumun bu konudaki bakış açısında odaklanan film ve üçleme bu konuda net söylemler barındırmaktadır. Savaş sonrası daha da artan bu durum, filmde de savaşın hemen birkaç sene sonrasında vuku buluyor. Evlilik baskısını sürekli hisseden kadının, alışkanlıklarından ve hayata bağlılığından uzaklaşması Ozu farkı ile perdeye yansıtılıyor. Etrafında profesör ya da okumuş insanlar olsa ve Noriko söylemlerini hiç çekinmeden söylese bile toplum dinamiklerinin kadını sürüklediği yer değişmiyor, değişemiyor. Ozu bunu karakterlerini son derece steril, abartmadan ya da azaltmadan öyle gerçekçi veriyor ki, içine girmemek, hikayeye yerleşmemek ve empati kuramamak neredeyse imkansız hale geliyor. Tabii izleyici noktasında konsantrasyon kaybı yaşatmayacak bir ekstra durumdan da söz edilebilir. Bazı sahnelerde müziğini fazla kullanılmış olması biraz rahatsız edici, biraz ajite edici gelebilir ancak, Ozu karakterleri ve hikaye biraz da bunu istiyor, olması gereken dramatik altyapıyı güçlendiriyor. Totalde bakınca da minimal ve oldukça sade ama bir o kadar da gerçek bir hikaye ile karşı karşıya kalıyoruz.
Tabii Noriko’nun hikayesini izlerken, toplumun neden bu denli baskı yaptığı, neden yanlış olduğunu bile bile bu baskıya sebebiyet veren bireylerin olduğunu da Ozu’dan dinliyoruz. Geleneklerine bağlı bir toplumda ve bunları en üstten yaşayan bir toplumda bazı yanlışları, yanlış olduğunu bilsek de nasıl içimize atıyor ve nasıl uygulamak zorunda kalıyoruz onun da resmini her bir karakterde görüyoruz. Peki Noriko’nun bu baskı sonucu yaşadıkları, yaşattıkları? Elbette bu baskının yarattığı sonuçlar olacaktır. Noriko, evlenmekten korkacak, onu gerçekten seven biri olsa da şüpheyle yaklaşacak, babasından ve kendi evi dediği yerden uzaklaşmaktan çekinecek ve korkularla, fütursuzlukla dolu anlar geçirecek. Ozu, bunu da layığı ile bizlere aktaracak ve hikayesini toplumsallıktan bireysele indirgeyerek hepimizi belirli bir moda sokacaktır. Artık kendimizi şüpheye bile başladık. Filmin sonlarına doğru biz de allak bullak olacağız ve korkuları en derinden yaşayacağız. Empati, yerini tam ortasından bir gerçekliğe dönüştürecek. Noriko artık biziz. Peki ne yapmalıyız? Sıradan insanın sıradan hikayesi gözüyle bakılabilir bu filme ama konu kendi irademiz dışında ya da kendimizi kontrol edemediğimiz durumlardan biri olunca hepimiz aynı değil miyiz? İşte, belki de şimdi hepimiz sıradanız…
Ozu, defalarca çalıştığı ve çalışacağı oyuncular ile de muhteşem uyumlu çalışır. Bütün bu mana ve hikaye muhteşemliğine oyunculuk performansları da eklenir. Artık bütünü ile bir başyapıttan söz edebiliriz. Üçlemenin diğer filmlerini de izleyince Ozu’nun ne demek istediği daha iyi anlaşılacaktır ama bize baskı nedir, toplumsal farklılıklar ve getirileri nedir fazlasıyla ilk filmde de sorgulatacaktır. Hikayenin, anlatının ustası Ozu, tıpkı bir Çehov ya da Yeni Gerçekçilik’in ustaları gibi bu filmden sonra da bize bir süre boşluk hissi yaratır. Bu boşluk; bazen çaresizlik, bazen hiçbir şey yapamayacağımız gerçeği ve çokça da geç gelen bahar düşüncesi…