Belgesel filmleri ile kariyerine başlayan ve daha sonra ilk uzun metrajı No Man’s Land ile muhteşem bir başarıya imza atarak Oscar radarına da giren yöneten Danis Tanovic, daha sonra hep inişli çıkışlı bir grafik çizdi. İzleyici ve eleştirmenleri ikiye bölen Tanovic’in bazı filmleri hem çok sevilip hem de inanılmaz yerildi. Ülkesinin meselelerini, dolayısı ile daha vakıf olduğu meseleleri anlattığı zaman oldukça başarılı oldu. Başka sularda yüzdüğü aman ise bahsettiğimiz iniş çıkışlara dur diyemedi. Bunun farkına varmış olacak ki, son filmi Death in Sarajevo filminde bir ucundan kendi sineması için yeni şeyler denerken, diğer yandan Bosna – Sırp savaşı ve devamındaki meseleleri de filmin merkezine oturtmuş. Bu sayede de bir başyapıt ortaya çıkmamış olsa da tekrar güzel diyebileceğimiz bir yapımı filmografisine kazandırmış.
Tanovic, bir oteli mesken tutuyor hikayesini anlatırken. O gün çok önemli konuklar gelecektir, aynı anda bir özel misafir hali hazırda otele giriş yapmıştır, terasta bir siyasi program canlı yayın yapmakta ve otel en kalabalık günlerini yaşamaktadır. Ancak, 2 aydır parasını alamayan yemekhane ve çamaşırhane çalışanlarının ağırlıkta olduğu bir ekip de grev yapmak üzeredir. Bu, sinema için dar sayılabilecek mekan ve zamana ise birçok hikaye sığar. Grev meselesi üzerinden apaçık bir sistem eleştirisi, güven ve sadakat konusunun masaya yatırılışı, mobbing ve hatta üstün emri altındakilere tehdit, cinsel tacizi gibi yaptırımları filmin temel konularından biri olarak işleniyor. Burada Tanovic, hiç lafı dolandırmadan, tarafını çok net belli ederek emekçi/çalışan kısmında taraf tutuyor ve ezilenlerin hikayesini anlatıyor. Biraz söylemleri basit kaçıyor, yenilikçi değil gelenekçi tavır sergiliyor ama akışı gayet güzel verip, bu tekrardan sıkılmamızı engelliyor. İçine aile, aşk, suç gibi ögeleri de ayarında serpiştirince keyfi kat be kat artıyor.
İkinci ve iyi bildiğini söylediğimiz mesele ise Sırp – Bosna savaşı ve sonrası. Bunu hem özel konuğun dilinde konuşma provaları eşliğinde veriyor Tanovic, hem de canlı yayında Boşnak sunucu ve Sırp konuğun diyalogları üzerinden. Bunu yaparken biraz daha ılımlı bir tavır sergiliyor ve iki tarafın da savunmasını yapmasını, nedenlerini anlatmasını sağlıyor. Tabii zıt iki karakter üzerinden yapması yine bir tekrar ama bunu da yine sıkmadan, ayarını tutturarak yapıyor ve başyapıt olmasa da iyi bir film dinamiklerini oluşturmaya yardımcı oluyor. Daha doğrusu, kendi açıklarını yine kendi kapatıyor.
Anlattıklarımıza ek olarak görsel açıdan renkler, tonlar ve kadrajlar gayet güzel kullanılıp, kamera hareketleri ve Scorsese tarzı uzun planlar ile desteklenmiş, bu açıdan tadından yenmez bir iş çıkarılmış. Hatta bazı sahnelerde Goodfellas filmini anımsatacak türden uzun, karakter diyaloglarının gece kulübünebağlandığı anlar direkt bir Scorsese filmi havası veriyor. Bu da, özellikle geniş olmasına rağmen tek mekanda geçen filme ekstra bir bonus ve nefes katıyor. Kamera koridorlar arasında gezdikçe sinemasal keyif artıyor ve konsantrasyon bir an bile bozulmuyor. Ta ki filmin finaline kadar…
Buraya kadar yenilikçi olmayana ama fena da durmayan bir yapıdan bahsettik. Peki bu yapının, sistem eleştirisi ve savaş karşıtlığının, hem de güzel bir görselle desteklenmesine rağmen belirli bir seviyede kalmasının sebebi nedir? Buna çok net bir cevebaım var: Final! Bir son olması ihtiyacı, Tanovic’in vurucu bir final yapma zorunluluğu hissetmesi ve bu hikayeleri bir şekilde birleştirme kararı, filmin spoiler olması açısından söyleyemeyeceğim o son derece yakışmayan finaline götürüyor. Yeni sinemaya atılmış bir sinemacı yapsa beki kabul edebileceğim bu basit son, filme de büyük darbe indiriyor. Her şeyin çok güzel ya da ayarında gittiğin bir günün akşamında kötü bir haber almış gibi etkiliyor. Bu da filmin çok daha üs çıtada yer almasını engelliyor. Buna rağmen Tanovic’in son yıllarına göre ileri bir adım diyebileceğimiz, atmosfer açısından doyurucu ve hoş bir esinti ile sinemadan ayrılabileceğimiz keyifli bir film Death in Sarajevo…