Kaliteli aksiyonun, türde devrimlerin ve zeki senaryonun vücut bulmuş haliydi Bourne serisinin ilk üç filmi. Sevmeyeni neredeyse bulunmayan, hem saf aksiyon izleyicisini, hem de derinlikli işleri sevenleri memnun eden filmlerdi aynı zamanda. Matt Damon’a ceket gibi olan Jason Bourne karakterinin hayranı olmuştuk hepimiz. Doug Liman’ın yönetmen olarak başlattığı güzellik, Paul Greengrass ile özellikle üçüncü filmde başyapıt seviyesine ulaşmıştı. Çıta, aksiyon türü için öylesine yükselmişti ki başka filmleri de beğenmez olmuş, burun kıvırmaya başlamıştık. Senaryo ise Tony Gilroy sayesinde oldukça zekiydi ve serinin türdeşlerinden ayrılmasındaki en büyük farklılıklardan biriydi. Kısacası Bourne serisi bir fenomene dönüşmüş, tekrar tekrar izlenip her seferinde aynı keyfi veren bir başyapıt olarak görülüyordu. Daha sonra Tony Gilroy yönetmen koltuğuna da geçti ve belki de yeni serinin, yeni bir karakter ile devam etmesi gerektiğini düşündü. Kötü bir film olmasa da bu proje beklenen desteği göremedi ve Paul Greengrass’ın dönüşü, Matt Damon’ın gelişi kaçınılmaz oldu. Muhteşem ikili geri dönüyordu ama bu sefer de Tony Gilroy projede yoktu. İşte bu heyecan, umut ve kafa karışıklığı ile yeni serinin karşısına geçildi ve film başladı…
Jason Bourne, kahramanımızın geri dönüşü, tüm teşkilatın peşine düşmesi, eski bir husumetin devreye girmesi ve yeni siber suçlar uzmanı karakterin ağırlığı ile başladı. Filmin aksiyon sosu ve sahneleri yine oldukça etkileyici ve zaman geçirmek için bire bir. Özellikle birkaç uzun ve etkili sahne, türü sevenleri epey memnun edecek. Hem adrenalin yüklü sahneler, hem de kalabalık katılımlı planlar gayet şık. Kurgu, serinin ilk filmleri kadar olmasa da yine konsantrasyon kaybına uğratmadan izleyiciyi epey saran cinsten.
Buraya kadar her şey tamam ama senaryo/hikâye? İşte burada büyük bir hayal kırıklığı devreye giriyor. Serinin en büyük özelliklerinden biri olan zeki senaryosu ve diyaloglarını bu filmde bulmak maalesef mümkün değil. Elimizde olan ise oldukça vasat. Hatta senaryo TV’lerin gece kuşağında verilen aksiyon filmleri seviyesinde ve zaaflarla dolu. Son anda gelen hamleler, karar değiştiren karakterler ve çıkar ilişkileri, klişeler yumağını oluşturuyor. Hem Bourne iyice ilahlaştırılmış hem de serinin bu anlamdaki karizması tamamen boşaltılmış. Finaldeki peş peşe gelen birkaç son dakika ya da sürpriz diyeceğimiz olaylar ise kaliteyi iyice düşürüyor. Demek ki Paul Greengrass çekmediğinde, Matt Damon oynamadığında nasıl eksik kalıyorsa seri, Tony Gilroy yazmadığında da bu eksiklik iliklere kadar hissediliyor. “Ya kadroyu tamamlayın ya da seriye devam etmeyin” diye isyan edilesi bir duruma geliyor izleyici.
Filmin hikâyesinde epey eksik kalan ve biraz derine inilse iş yapacak parçalar filmde mevcut aslında. İnternet özgürlüğü ve her şeyin izlenmekte ve gözlenmekte oluşu gibi… Son dönem Hollywood’da filmlerin George Orwell’a , hatta çok daha eskiye kadar uzanacak atıfları işleme tarzı da ilginç. Ancak filmlerin durdukları yer, tam belli değil. Terminator serisinin son filmindeki Genisys ve Spectre filmindeki planlanan şey, Bourne’da karşımıza “Derin Hayaller” projesi olarak çıkıyor. Her şey gizlenecek paranoyası ya da gerçekliği, atılan adımların bile bilinir olması ve bunu devletin kullanabilmesi hepimizin gittiği noktanın bir tezahürü. Bütün dünyanın, özellikle gelişmiş teknolojinin de etkisi ile Amerika’nın yavaş yavaş su yüzüne çıkardığı derdi bu. Genelde filmlerde bunu kötü adamların kullanıyor olması bir farkındalık ve karşıtlık durumu olduğunu gösteriyor ama “buna alışın” mesajını alanlarımızın da az olduğunu sanmıyorum.
Filmin oyunculuk performanslarına baktığımızda filmin esas yıldızının beklendiği gibi Matt Damon değil, sürpriz bir şekilde Alicia Vikander olduğunu söyleyebiliriz. Genç aktris son yıllardaki yükselişi ve kazandığı Oscar ödülünün yanı sıra, rol aldığı her filmde de iyi bir performans sergiliyor ve gittikçe gelişme gösteriyor. Filmde Tommy Lee Jones ve Vincent Cassell’in de gerekeni yaptıklarını belirtmek gerek. Matt Damon ise özlediğimiz karakterle hasret gidermemizi sağlıyor ve onun Bourne olarak görünmesi bile kafi ama performans olarak beklenenin biraz altına kaldığını söylenebilir. Özellikle ilk filmler ile kıyasladığımızda arada bir uçurum olduğunu söylemek oldukça mümkün.
Jason Bourne, senaryosuna aksiyonel hikâye odaklı bakıldığında hayal kırıklığı yaratan ve serinin oldukça gerisinde kalan bir film. Tabii niyet eğlenmek, aksiyona doymak ya da vakit geçirmek ise izleyici umduğunu fazlasıyla bulacaktır. Greengrass’ın kamerası ve kurgu yine belirli bir seviyenin üzerinde. Filmlerde, özellikle serilerde “felsefesi” dediğimiz olgu ise epey tepetaklak olmuş durumda. Matt Damon’ı tekrar Bourne olarak görmek sevindirici ama izlemeden evvel, özellikle serinin fanlarının beklentiyi düşürmesinde fayda var.