Nirvana öğretileri 19: “Sekiz cehennemden en korkunç olanı süreklilik cehennemidir. Çünkü azap süreklidir orada.”
Buda ise şöyle demiştir: “Süreklilik cehenneminde olan kişi asla ölmez. Ölümsüzlük o cehennemdeki en büyük azaptır.”
İşte bu öğretiler ile yola çıkan, aksiyon türünün adeta kitabını yeniden yazan ve kurgu konusunda ders niteliği taşıyan bir film, bir üçlemedir Infernal Affairs. Andrew Lau ve Alan Mak’ın iki sene içerisinde çektikleri ve başlıca rollerini Uzakdoğu’nun en iyi aktörlerinden Tony Leung ve Andy Lau’nun oynadıkları serinin kült mertebesinde bir hatırı ve geniş bir sinefil hayran kitlesi de mevcuttur. Kimilerine göre yaşayan en büyük yönetmen olan Martin Scorsese’nin de birkaç sene içerisinde yeniden çevrimini yapacak ve hatta beklenen Oscar’ını alacak kadar (The Departed – 2006) ilgisini çektiğini de belirtmek gerek. Aksiyon filmlerinde ayrı ayrı oldukça hoşumuza giden birçok ögenin bu filmde, hem de kusursuz bir ayar ile bir araya geldiğini söylemek gerek. Tempo, hikâye, kurgu, oyunculuk, yönetmenlik, merak uyandırıcılık ve muhteşem final bunlardan sadece birkaçı. Hak ettiği değerin altında kaldığını düşündüğüm bu seriyi izledikten sonra özellikle aksiyon filmlerine karşı bakış açınız kesinlikle ve büyük oranda değişecektir. The Departed tabii ki sinematografik açıdan daha doyurucu, bütçesi kat be kat fazla, oyuncular efsane ve yönetmen Scorsese ama bu orijinallik bonusunu da katarak, Infernal Affairs’ın daha iyi olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir.
Filmin malumunuz olan konusuna gelince; mafya özel yetiştirdiği elemanlarını polis teşkilatı içerisine sızdırır ve bunlardan biri oldukça önemli mevkilere gelir. Polis teşkilatı da aynı sistemi uygular ve mafya oluşumu içerisinde yine önemli bir konuma bir polis memurunun yükselmesini sağlar. Tam da işler bu noktaya geldiğinde iki tarafta önemli bir köstebek bilgisi alır ve bulmaya çalışır. Tabii bunun için hali hazırda içeride bulunan köstebekler görevlendirilir. Köstebekler birbirlerini bulmaya çalışırken, masum olan diğerleri ise kendilerinin köstebek olmadığını ispatlamak ile uğraşır ve harika bir senaryo matematiği ile olaylar, yani seri başlar. Filmin birincil başarısı, kesinlikle temposu. Daha girişten itibaren gözünüzü ayırmayacağınız ve bir an olsun konsantrasyonu kaybetmeyeceğiniz bir temposu mevcut. Ne fazla savruk bir aksiyon, ne eksik bir ağırlık var. Bu anlamda neredeyse kusursuz diyebiliriz. Tabii buna yönetmenlik başarısı olan kadrajları, yani görsel açıdan epey doyurucu seçimleri de eklemek gerek. Hem müthiş ayarlı akan bir tempo, hem de harika anlar barındıran bir filmden kopmak nasıl mümkün olabilir. Hatta bir salt aksiyon filmi için fazla ince düşünülmüş ve fazla iyi çekilmiş bir filmin olduğunu söyleyebiliriz. Aksiyon filmlerinin büyüklük kriterlerinden biri olarak “yıllar geçse de unutulmayacak birkaç sahne muhakkak olmalı.” gibi bir gayrıresmî cümle vardır ya. İşte bu seri için, özellikle de ilk film için bu cümle bile anlamını yitiriyor. Zira filmin tamamına yakını böyle anlardan ve sürprizlerden oluşmakta.
Filmin aksiyonun yanı sıra öğretiler üzerinden ilerleyen hikâyesi ve senaryo matematiği muazzam. Hem harika manevralar barındırıyor, hem de sistem üzerinden “iç işler” konusunda sert söylemler barındırıyor. Suç ve devlet arasındaki köstebeklik üzerinden birbirleri ile alakalı bağlantılar da deşifre ediliyor. Boşluklar, savunma mekanizmaları ve işine gelenin onaylandığı bir düzenin sonunda belli bir noktada hata vereceğini ve zararların büyük olabileceğini de anlatıyor. Sadece ufak ajanlıkların değil, mevki sahibi herkesin her an taraf bile değiştirme ihtimali olduğunu da alttan altta izleyiciye aktarıyor, kaba tabirle yediriyor film. Tabii güven meselesi de burada devreye giriyor ve yönetmenlerin bu konuda büyük dertleri olduğu anlaşılıyor. Bunu da net bir şekilde ifade ediyorlar zaten. Tüm bunların toplamında, tekrar başa dönecek olursak; filmin her şeyinin muhteşem bir ayar barındırdığını, hiçbir açıdan, hiçbir özellik üzerinden bir dağılma, amaçtan sapma ya da haddini aşma olmadığını gönül rahatlığı ile söylemek mümkün. Filmin total karizması ise her şeyin üzerinde. Bunda da Curran Pang ve Danny Pang’ın harika, hatta kesinlikle derslik olan kurgusu oldukça önemli. Hollywood versiyonunun da kurgu Oscar’ı alması kesinlikle tesadüf değil ve kökleri ile oldukça alakalı.
Oyunculuk performansları hakkında da iki kelam etmek gerekirse; The Departed’ın kadrosu çok daha büyük ve tanınmış ama bu filmdeki performanslar hiç aşağı kalır değil, hatta bence çok daha iyi. Tony Leung ve Andy Lau zaten kendilerini ispatlamış muhteşem oyuncular ve bu filmde de harika performans sergiliyorlar. Bir de bu ikiliye usta oyuncular Anthony Wong ve Eric Tsang muhteşem eşlik ediyor ve performans anlamında da doyuruculuk sağlıyor.
İmkanı olanların, üçlemeyi kısa zamanda arka arkaya izlemesini tavsiye ederim. Seri tamamlandığından hem olay örgüsü, hem de karakterlerin işlenişi çok daha harika bir bütünü oluşturmakta. Harika filmin etkisi uzun bir süre geçmeyecek cinsten ve tekrar tekrar izlense bile ilk defaymış gibi aynı tempoya kapılmak kaçınılmaz. Buda öğretileri, Nirvana öğretileri, aksiyon, eleştirel bakış ve muhteşem kurgu. Bütün bunlar bir arada zor bulunur. Infernal Affairs kesinlikle modern sinemanın başyapıtlarından.