Japonya’nın modern sinemasını şekillendiren isimlerinden biri olan, yalın sinema dilini ustaca kullanan isimlerden biri olan ve Cannes’da birkaç kez ödül alarak daha geniş kitlelerce tanınan Kiyoshi Kurosawa, yirmili yaşlarda başladığı kariyerine hız kesmeden devam ediyor. Yönetmenin en iyi filmi olan Tokyo Sonata ise aile olmak, ekonomik sıkıntılar, sırlar ve dibe vurma konularını muhteşem bir şekilde harmanlayan harika bir film. İstanbul Film Festivali de olmak üzere katıldığı bütün festivallerden övgü ya da ödüller ile ayrılan film, boğazı düğümleyecek bir gerçeklik ile derdini anlatıyor. Akira Kurosawa ile hiçbir bağı olmayan Kiyoshi Kurosawa, yine de bu özel ismin gerekliliklerini fazlasıyla yerine getiriyor.
Ryuhei Sasaki, ailenin baba figürüdür ve otorite konusunda takıntıları vardır. Bir gün işsiz kalır ve otoritesi sarsılmasın diye ve karısına karşı gurur meselesi yaptığından işsiz kaldığını söyleyemez. Bir süre birikmiş parası bir süre de işsizlik maaşı ile durumu kotarmaya çalışır ama her geçen gün dbe vurmaktadır. Kurosawa bu mesele üzerinden önce aile olmanın ve her ailede sırların olabileceğini peliküle aktarır. Küçük oğul gizlice piyano kursuna gider, büyük oğul Amerikan ordusuna katılmaya karar vermiştir bile ve kadın aileyi bir arada tutmayı denemektedir. Tabii başarılı olmakta güçlük çeker. Babanın içinde bulunduğu psikoloji çocuklarına ve eşine olumsuz olarak yansır. Kendi hatası ya da eksikliğini ailesinden çıkarmak ister. Hal böyle olunca da aile yavaş yavaş parçalanmaya başlar. Kurosawa ekonomik sıkıntı ve eşsizlik ile birlikte bu meseleyi de en yalın dille ama en gerçekçi haliyle izleyiciye aktarır. Benzer durumu yaşamış olanlarımız için empati kuramamak ya da yerine koyamamak imkansızdır. Otorite kurma çabasında sevgi bağları da zedelenir. Doğru kararlar vermekte bile zorlanan baba aileyi kendinden uzaklaştırır. Bir arada olması gereken aile paramparça olmaya yüz tutmuştur. Bir de işsizlik sebebi ile yaşanan buhran psikolojileri de alt üst eder. Her yetersizlik çeken ebeveyn gibi açık kapatma işi şiddete kadar gider. Gittikçe dibe vurulur. Aile olmayı başaramazlar. Aslında bunun sebebi yaşanılanlar değildir. Esas sebep ve Kurosawa’nın vurgusu her ailede olduğu gibi yalanlar/sırlar oluşmasıdır. Güvensizlik hakimdir. Bütün aile o an yaşadığı her duyguyu bir yalan üzerinden devam ettirmektedir. Yalanlar üzerine kurulu bir aile ve bireylerin yanlış tercihleri. Sanırım parçalanma için daha kötüsü olamazdı ve Kurosawa kamerası ile bu daha gerçek anlatılamazdı.
Tabii her çöküşün bir yükselişi de olmalı. Parçalanan bazı şeyler eskiye hem de daha sıkı dönebiliyor ve yeniden var olmak, sıfırdan başlamak herkesin dönem dönem yapmak istediği bir sıçrama. Kurosawa’nın ikincil olarak bahsettiği de tam olarak bu. Çok daha alt seviyede de olsa babanın tekrar işe girmesi, annenin karikatürize bir karakter üzerinden kendini sorgulayışı, Amerikan ordusuna katılan oğulun bu sefer de karşılarında yer almayı seçmesi ve küçük yeteneğin piyano ile imtihanı, okulu ikinci plana atması. Bütün bunlar hem bireysel olarak hem de bir arada yapılması gereken ya da en azından denenmesi gereken hareketler. Bir yerde herkes, hepimiz dibe vurduğumuzu ve daha ötesinin olmadığını düşünmüşüzdür. Oraya nasıl geldiğimizde ziyade nasıl çıkacağımız önemli değil midir? Bir de bunu birbirini seven bir aile ile birlikte yapmak çok daha kolay değil midir? Bunu başaramazsak yalnızlığa, yabancılaşmaya, kaybetmeye ya da pes etmeye mahkumuzdur. Bizden sadece bir can alacağı olan hayata neden daha fazlasını verelim. Her zaman bir çıkış yolu mutlaka vardır ve en dibe vurulduğunda bile tekrar başlamak kendi elimizdedir. Kurosawa’nın karakterleri gibi, her insanın doğasından bu mevcut. Tek yapmamız gereken kabullenmemek.
Kiyoshi Kurosawa’nın yalın bir geçeklikle kotardığı bu usta işi sinema örneği, modern sinemanın en güçlü melodramlarından biri. Film, hem izleyiciye zor ve hüzün dolu anlar yaşatıyor, hem de yeniden ayağa kalkmak için bir referans oluşturuyor. Bunu yaparken de çok güçlü bir sonat, çok güçlü bir ağır ortaya koyuyor.