Spectre: Bond Özüne Döndü!

Şık giyimli, çekici, oldukça zeki ve yetenekli ajanımız  James Bond, nam-ı diğer 007, elli küsür yıllık serüvenine kaldığı yerden devam ediyor. Serinin yirmi dördüncü filmi olan Spectre, son yılların sağlam yönetmenlerinden olan ve bir önceki Bond filmi Skyfall’un da yönetmeni olan Sam Mendes imzasını taşıyor. Kimilerine göre en iyi Bond olan Daniel Craig’in yine 007 olarak karşımıza çıktığı filmde Christoph Waltz, Lea Seydoux ve Ralph Fiennes diğer başlıca rollere imza atıyor. Son yıllarda yenilikçi bir yanı olan ve farklı hayran kitlesi kazanan serinin bu bölümü eski usul Bond filmlerini özleyenlere hitap ediyor.

Son yıllarda çekilen Bond filmleri aksiyon dozunu iyice düşürmüştü. Hikâyenin daha önemli olduğu, karakterlerin ön plana geçtiği ve atmosferin önem kazandığı filmlerdi bunlar. Hatta fizik kurallarını altüst eden koşuşturmacalar ortadan kalkmış, gerçekliği zedeleyici (en azında kendi içinde) icatlar yapılmamaya başlamış ve sinematografi şaha kalkmıştı. Bunu diyaloglarda da yansıtan yönetmenler, eski Bond filmlerindeki teknoloji ile dalga bile geçmişlerdi. Bu anlamda seri, daha az aksiyon seven ve biçimsel anlamda daha dramatik filmleri tercih eden izleyicileri de (bunlardan biri benim) kendine çekmeyi başarmış ve bambaşka bir hayran kitlesi de elde etmişti. Yenilikçi Bond harika filmlerle yerini sağlamlaştırmaya başlamıştı. Özellikle Casino Royale ve Skyfall birçok izleyici tarafından serinin en iyi filmleri olarak nitelendirilmekte. Sam Mendes’in yeni çektiği Spectre’nin başına otururken de bu umutları beslemiştik fakat aksiyon dolu, eski usul senaryo matematiği barındıran ve bir türlü final yapamayan bir Bond filmi ile karşılaştık. Bir filmle yeni hayran kitlesini kaybetmeyeceğini düşünen yapımcılar, eski seyircinin de gönlünü hoş etmek istemişler anlaşılan. Kovalamaca sahneleri, uzun soluklu kavgalar, araba ile hatta uçak ile fizik kurallarını altüst eden hareketler ve Bond’un birkaç kere sığınıp önemli virajları döndüğü enteresan icatlar. Kısacası tarz olarak, eski Bond’ları ve aksiyon sevenlerin zevk alacağı, yeni hayranların ise geri adım olarak nitelendirebileceği bir yapım Spectre.

Filmin daha bir derinine baktığımızda maalesef senaryo anlamında biraz hayal kırıklığı duyuyoruz. Bond’un çektiği acılar, esas düşmanının geri dönüşü ve yeniden âşık olması adına son derece basit ve geçişleri tutarsız bir hikâye yaratılmış. Düşman ve dost karakterlerin hikâyeye yedirilmeleri epey zorlama ve klişe anlar barındırıyor. Hele ki finaline doğru film o kadar tekdüze bir hal alıyor ki aksiyon sahneleri bile filmi kurtarmakta güçlük çekiyor. Eski usul Bond filmleri ya da aksiyon filmlerinin en büyük tuzaklarından biri olan finali bir türlü yapamama hastalığına bile tutuluyor. Sürprize zorlama, romantizme zorlama ve insanî bitirme çabası. Bunlara ek olarak da 2015 yılı sanırım “George Orwell’ı tekrar gündeme oturtalım” yılı. Başta bu film ve Terminator: Genisys olmak üzere, bu sene izlediğimiz birkaç örnek birden her şeyin gözetlenmesi ve bir sistemin çöreklenmesi üzerine kurulu. Bu büyük tesadüf (!) de senaryoya olan bakışımızı iyice zedeliyor haliyle. Bunu da belki bilinçli olarak Sam Mendes heyecanlı sahnelerle örtmeye çalışıyor, nispeten de başarılı oluyor.

Daniel Craig’in en iyi Bond ya da en azından iyilerden biri olduğunu düşünenlerdenim. Yine üzerine düşeni fazlasıyla yapmış. M, Q, C gibi karakterlere hayat veren oyuncular da gayet başarılı ama Lea Seydoux? Gerçekten Bond kızları galerisine yakışacak kadar güzel, çekici ve femme fatale görünümlü mü? Bence kesinlikle değil. Epey zorlama bakışlar, üzerine bir türlü oturmayan kıyafetler ve arada kalan performansı ile en kötüler arasına girebilir. Monicca Bellucci bile birkaç dakikalık rolü ve ilerleyen yaşına rağmen çok daha etkiliydi. Daha uzun bir rolü olmasını sanırım çoğu izleyici dileyecektir.

Bir paragraf da filmin en iyi yanına açalım. Sam Mendes’in iki şarkı seçimi ve iki jeneriği kesinlikle Bond külliyatının en iyileri. Birini diğerinden ayırmak çok güç. Estetik olarak harikalar, şarkılar muhteşem,  eski anılara yapılan göndermeler etkileyici… Kısacası, Sam Mendes jenerik işini gerçekten mükemmel kotarıyor. Tabii sadece şarkı ve mizansenin olduğu bölüm değil, jenerikten evvel izlediğimiz ilk sahneler de öyle. Onlar da harika açılış sekansları olarak tarihe adlarını yazdıracaklar. Filmlerin her ikisinin de böyle bir başlangıç yapması hem seyirciyi yakalıyor hem de dozu önden fala veriyor ki kalan bölümlerde hat varsa bile etkisi epey azalmış oluyor. Bu seneki Oscar törenine Sam Smith – Writing’s on the Wall damgasını vurursa şaşırmamak lazım.

Spectre, aksiyonu seven, orijinal Bond tarzını sevenleri oldukça memnun edecektir. Sıkmayacak, uzun süresine rağmen akıp giden bir temposu var. Yeni Bond hayranları ise aradığını kesinlikle bulamayacak. Casino Royale ve Skyfall’ın o ciddi, daha gerçekçi ve dramatik kusursuzluğunu bu filmde bulmak oldukça güç.

 

© 2024 Modern Sinema