Önceleri sinema ve tiyatro oyuncusu olarak ünlenen, daha sonra yönetmenliğe geçiş yapan De Sica, gerçekçi yaklaşımı ile tanınır. Zaten Yeni Gerçekçilik akımının kurucularından olan ve türün en önemli, en tanınmış filmlerine imza atan De Sica, Chaplin hayranlığı sebebiyle filmlerinde komedi unsurunu da kullanmayı ihmal etmez. Savaş sonrası İtalya portresini en iyi anlatan yönetmenlerden biri de yine kendisidir. Özellikle, bu filmde de katkısı bulunan senarist Cesare Zavattini ile tanıştıktan sonra yönetmenliği bir ivme kazanır ve üst üste başyapıtlara imza atar. İşte bu başyapıtlardan biri olan, Yeni Gerçekçilik akımının özelliklerini de taşıyan bir filmden bahsediyoruz: İki çocuğun gözünden umutları ve onların nasıl yıkıldığını en derin şekli ile ifade eden “Sciuscia”.
Pasquale ve Giuseppe, her çocuk gibi hayalleri olan, saf ve daha küçük yaşta olmalarına rağmen dostluk denen kavramı iliklerine kadar işlemiş iki arkadaştır. Tek dilekleri biraz para toplayıp bir ata sahip olmaktır ve bunun için durmadan çalışırlar. Zaten yoksul bir hayat sürmektedirler ve savaş yüzünden bu daha da zor hale gelmiştir. Burada De Sica’nın kamerası ikilinin yanında arkadaşlarıymışız gibi bizi dolaştırır. Onlarla sohbet ederiz, çalışırız, hayallerine bir adım daha yaklaşmak isteriz ama en nihayetinde hayat pis oyununu oynar. Durumu içselleştiririz ve çocukken hayalini kurduğumuz şeylere gider aklımız. Belki hayat bize de en karanlık yüzünü göstermiştir. Bizi de yıldırmış ya da koskoca bir ümitsizliğe itmiştir. Filmin son derece gerçekçi olması, bize bu duyguları yaşatır. Pasquale ve Giuseppe elbetteki Onur ve Cihan, Alper ve Armağan ya da herhangi tanıdığımız birileri olabilir. Dostluğun saflığını ve yaşının olmayışını ama çocukların dostluklarına çok daha fazla sahip çıkışını görürüz adeta. Sadakatin önemini ve omuzlara bindirdiği sorumlulukları bir kez daha anlarız izlerken. Çocukların hayalleri olmasa bu dünya zaten ne işe yarar!?
Başlarına gelen aksilik ile çocuk hapishanesine gönderilir Pasquale ve Giuseppe. Burada artık iyice karamsar bir tablo devreye girer. Askeri bir eğitim alır gibi, baskı ile çocuklara bir şeyler aşılanır ama en yanlış olanları. Düzeni öğrenirler ama kutuplaşmayı da… Dışarısının kıymetini anlarlar ama bunun için arkadaş ispiyonlamayı da… Yine hayal kurarlar ama hayat acımasızdır. Burada çocuklara düşünmeden şiddet uygular her şeyden soğuturlar. Hatta arkadaşları birbirlerinden nefret bile ettirirler. Her insan aslında saf doğar, temizdir. Biraz büyüdüklerinde ise hep bir oyun gibidir hayat. Temiz ve mutluluk verici hayalleri vardır ama suça, ahlaksızlığa, daha öncesinde ise karamsarlığa iter diğer insanlar onları. Bu insanlar ve çevresel faktörler, hırsları yüzünden insanı en olumsuz hale dönüştürebilirler. Tabii düzen de bunu tetikler. Sonra da seni suçlarlar. Yanlış yaptığını, yanlış yolu seçtiğini söylerler ama seni o hale getirenler onlardır. Bir çocuk, ayakkabı boyacılığı yaparken ve kazanacağı para ile ne yiyebileceğini düşünürken ne kadar kötü olabilir ki? İşte De sica, tüm bu sorular ve sorunları kaba tabirle damardan verir. Bilinçli bir mutzuluğa iter. Son ise kesinlikle en can acıtıcı şekli ile olacaktır.
Filmin her şeyi aslında biraz oyun gibi. Kullanılan müzikler, tamamı çocuklar üzerinden verilen mesajlar ve aralara serpiştirilen hicivler. Falcı kadından, at yetiştiricisine kadar karikatürize kalan karakterler… De Sica’nın şu meşhur Chaplin hayranlığı olsa gerek… Sinemanın da en saf halleri onlar değil mi zaten? Savaşın özgür dünya için gerekli olduğu yorumunun yapıldığı haber kuşağına ne demeli. Çocuklara izletilen bir video… En üst seviyesi ile bir beyin yıkama seansı… De Sica, algı operasyonu silsilesine de ufak bir dokunuş yapar. Savaşın anlamsızlığı bu ve birçok değişik şekilde örtbas edilmeye çalışılmıyor mu? Bu günümüzde de böyle. Elinde gücü olan insanlar, kandırabilecekleri insanları, bu şekilde ya da değerlerini kullanarak kandırıp olayları kendi istedikleri şekilde yorumlatıyorlar. O zmanlar için büyük bir mesaj ama bizim için şimdilerde rutin bir yöntem. De Sica’nın yakaladığı noktalar, en ileri görüşlü insan modeli olarak karşımızda. II. Dünya Savaşı sonrası için söyledikleri belki de dünya var oldukça geçerliliğini koruyacak cinsten. Bari en azından çocuklara dokunmasalar…