Zorunlu bir yolculuğa çıkan ve birbirlerine olan bağları oldukça zayıflamış bir çift… Bu yolculuk onlara daha da ciddi düşünme fırsatı da sunuyor. Birbirlerinden nefret mi ediyorlar, birbirlerine tahammülleri mi kalmadı, yoksa sevgilerini yaşama konusundan yanlış yol mu izliyorlar? Bütün bu soruların ışığında birbirlerini suçlama, hayal kırıklıkları ve bolca öfke ile saldırıdalar. Uzun bir süre sonra ilk defa yalnız kalmaları daha yoğun bir çatışmaya sebebiyet veriyor. Adam eğlence ile bu yolculuğun devamında adeta kaçma yolunu seçerken, kadın ise müzeler, sergiler, tarihi kalıntılar arasında kayboluyor, çıkışı tarihin içinde arıyor. Belki de bu yolculuk onlar için sonun başlangıcı. Ve belki de çoktan bitmiş bir ilişkinin nasıl da yavaş yavaş parçalandığını anlayabilmeleri için bardağı taşıran son damlalar… Eğer bir şansları daha varsa anlamaları için de son ve büyük bir fırsat.
Bu hikâye günümüzde çok bilindik geliyor, zira sinemada yüzlerce tekrarlandı. Filmin gidişatını ve sonunda olabilecekleri kestirmek bile mümkün ama “Viaggio in Italia” o dönemde ve Rossellini’nin elinde büyük bir film olarak tarihe geçmiş durumda. Yolculuğun önce kasvetli hali ile bizim de içimizi sıkan usta, daha sonra karakterleri ayrı ayrı önümüze seriyor ve empati kurmamız, içselleştirmemiz için elinden geleni yapıyor. İkisinin de içten içe kıskanmaları ve bunu yansıtırken suçlayıcı olmaları hepimizin yaşadığı ilişki sorunlarından elbet. Adamın eğlenceye düşkünyapısı ve işkolikliği sebebiyle karısına zaman ayıramamasının yanı sıra kendini seviye olarak düşük görmesi de bir tarafın büyük problemi. Diğer tarafta ise daha entellektüel aktiviteleri seven, sevilmediğini düşünen ve sürekli eleştirilmekten sıkılan biri var. Başkaları ile olan dertleşmeleri ve çıkış yolu arayışı ile belki bir tarafı daha yakın buluyoruz ama izlerken hepimizin en büyük isteği, hayatlarımızda da istediğimiz gibi huzur. Rossellini’nin huzursuzluk veren anlatımı bilinçli bir tercih. Hem çiftin hem de izleyicinin aradığı şey birazcık huzur. Bunu yaparken rahatsız edici yan karakterleri, kendini ifade edemeyen insanları ve mezarlıkları kullanıyor Rossellini. Birbirinden iyice kopan çiftin mutluluğundan uzaklaşan izleyici ile birlikte filmin ilk yarısı sert bir empati ile geçiyor.
Filmin kaba tabirle gelişme dediğimiz bölümünde, yani ortasında sanat ve ihtişam ile dolu anlar bizi bekliyor. Kadının gezdiği müzeler sanki bize de bir rehber aracılığı ile gezdiriliyor. Roma İmparatorluğu’ndan kalma heykellerden gösterişli yapıtlara, eski mezarlıklardan hayran kalınan görüntülere kadar ilişkiye bir mola ve izleyiciye küçük bir görsel ziyafet veriyor Rossellini. Bu molanın ardından ilşkinin kopuşu ve bizim de izlerken tarafımızı seçmemiz devreye giriyor. Hiç istemememize rağmen… Rossellini’nin burada ilişkilere bakışını da tuhaf bulabiliriz. Son derece gelenekçi mi? Oldukça romantik mi? Yoksa romatizmi gereksiz bulan bir mantık delisi mi? Bütün bunları düşünüp ilişkiye dair yorumlarımızı yaparken ve İtalya’nın ihtişamına kendimizi kaptırmışken Rossellini hiçkimsenin tam olarak kabullenmediği ama herkesin içinde biraz olan o meşhur duygu kozunu kullanıyor: “Kıskançlık”. Sevgiden gelen kıskançlık gibisi yok. Hatta kıskanıp, sonra da sinirlenip, karşılık alamadığımız için karşı saldırıya geçmek, sanırım, son zamanların moda deyimi ile hepimizin fıtratında var. Bu son kozu da oynadıktan sonra Rossellini bizi aşkın kucağına, hislerin kollarına bırakıyor. Hepimize de bırakmamızı öğütlüyor. “Seviyorsan git sarıl bence” mottosunun en güzel örneğini 1954’te insanlığa armağan ediyor. Hem de harikulade bir filmle.
Rossellini ne cıvık bir romantizme, ne ajitasyon sosuna ne de ağır dramatik bir yapıya kaymadan her duyguyu ayarında tutan bir anlatım seriyor önümüze. Herhangi bir türe bile fazla göz kırpmadan, son decere gerçek ve sade bir şekilde parçalanan bir ilişkiyi kurtarmaya çabalıyor. Güzeller güzeli büyük oyuncu Ingrid Bergman ve harika performansı ile ona eşlik eden George Sanders’in harika performansları da eklenince tadı damaklarda bırakan bir film ortaya çıkıyor. Etkileri hala süren ve yüzlerce kez kopya edilen bu muhteşem film, Napoli’ye hayran kalma konusunda da bünyeleri zorluyor. Dikkat edin, filmi izledikten sonra bir Napoli-Pompei tatili ihtimali ile yanıp tutuşabilirsiniz. Hem de hiç hesapta yokken.