Yönetmen, oyuncu, yapımcı, besteci ve sinemaya damgasını vurmuş büyük bir isim Clint Eastwood. Seksen altı yaşına geldiği bu günlerde hâlâ sinema ile iç içe yaşayan bir sinema âşığı. Mahallemizin afili kovboyu, semtimizin tutucu polisi, bazen kızdığımız sert bir milliyetçi ama çokça da karakter odaklı ve geleneksel sinemayı en ustaca icra eden büyük bir yönetmen. Binlerce isim için “şarap gibi, yıllandıkça daha da güzelleşiyor” kalıbı kullanılmıştır herhalde ama Eastwood kadar bu tanımı tam karşılayanı sanırım pek yoktur. Yaşı ilerledikçe, hem çok daha iyi performanslar ortaya koydu hem de başyapıtlara imza atacak kalitede bir yönetmen haline dönüştü. Çekme ihtimali olan yeni filmlerin söylentileri şu sıralar sağda solda konuşuluyor. Umarım seksen altı yılı deviren bu şarabın tadını daha çok seneler bakmaya devem ederiz.
Oyuncu olarak Eastwood…
1950’li yıllarda Eastwood haftalık ücret karşılığında figüranlık yapmaya başlamıştı. Hatta kendisine sonradan çok yararı olacak fizikî özellikleri yüzünden bazı projelere alınmamıştı bile. Rawhide adlı western dizisinde rol kapan Eastwood, daha sonra usta yönetmen Sergio Leone’nin kendisini keşfetmesi üzerine harika bir kariyere başlamış oluyordu. Dolar üçlemesine ve bilimum western filmlerine kendisinden daha çok yakışan bir oyuncu bulmak zor herhalde. Bakışları, fiziği, kısık ve karizmatik sesi ile Eastwood bir ikon haline gelmiş ve kovboy figürünün alışılagelmiş profiline yepyeni bir boyut kazandırmıştı.
1970’li yılların başına kadar daha çok western türüne hizmet eden Eastwood, 71 yılında yeni bir kahramana, belki de anti-kahramana hayat veriyor, gerçek hayatındaki özelliklerinin de deta bir karşılığını buluyordu. Bu karakter ise Harry “Dirty” Callahan’dan başkası değildi. Tıpkı Eastwood’un kendisi gibi Harry de tutucu, çok keskin kuralları olan, adaletin şiddet ile geleceğine inanan tipik bir Amerikalı profili. Tabii karizması ve suçluluları alt etmesi ile de tam bir “halk kahramanı”. Eastwood’un röportajları ve söylemlerine çok uyan bir karakter. O sebeple de içselleştirme ve bunun performansa yansıma durumu da Eastwood için seri boyunca üst seviyede oldu. Bu dönemlerde Eastwood’un aslında yetenekleri sınırlı bir oyuncu olduğu, popüler olmasında Amerikalıların perdede kendini ya da olmak istediği insanı bulmasının rolü olduğunu düşünenler az değildi. Karizmasından dolayı da bir artı sağlıyor ve oldukça seviliyordu. Bu düşünce 80’li yıllar boyunca devam etti. Tâ ki Eastwood’un yönetmenlikte ustalaştığı ve kendisini de en iyi şekilde yönetebildiği zamanlara kadar. Yani Unforgiven‘a kadar. 1992’de bu başyapıta imza atan Eastwood, hem oyuncu hem yönetmen olarak Oscar’a aday oldu. Sadece yönetmen Oscar’ını almış olsa da bu, onun oyunculuk adına da en iyi performansıydı. Yaşlı kovboy eskisi ve ödül avcısı Bill Munny rolü, doğru projede bulunması halinde ne kadar yetenekli oyuncu olduğunu da herkese kanıtlama şansı vermişti. Daha sonra yine harika performansı ile A Perfect World, Merly Streep ile karşılıklı döktürdükleri The Bridges of Madison County, yine oyuncu Oscar’ına çok yaklaştığı Million Dollar Baby ve hem kendi ile hesaplaşıp hem de adeta bir jübile yaptığı Gran Torino filmlerindeki performansları bunu destekler nitelikteydi. Suçluların hakkından şiddetle gelen ve hepsini alt eden kovboy ya da bizim Dirty Harry, Gran Torino’da yine suçluları haklıyordu ama bütün tutucu tavrından kurtularak ve bu sefer şiddete değil kanuna başvurarak.
Yönetmen olarak Eastwood…
1971 yılında, ilk yönetmenlik denemesinde gerilim türüne değişik bir hava katıyor ve umut vaat etmeyi başaryordu Eastwood. Leone sinemasından çok etkilenen ve adeta yanında eğitimini alan Eastwood, peş peşe High Plains Drifter, The Outlaw Josey Wales, Pale Rider gibi başarılı westernlere imza atıyordu. Hatta “spagetti western” türüne nispeten daha yakın filmlerdi bunlar. Birkaç aksiyon ve Dirty Harry‘nin bir bölümünü de çektikten sonra Estwood, ilk önemli yönetmenlik denemesini kotarıyordu. Caz müzisyeni Charlie Parker’ın hayatını anlatan Bird filmi, Eastwood’un drama konusundaki yeteneklerinin izlerinin görülmesini sağlamıştı. Daha sonra Unforgiven ile başyapıt ortaya koyan ve ortalığı kasıp kavuran Eastwood, ilk yönetmen Oscar’ını da kazanıyordu. Artık durmmuyor gittikçe daha iyi filmler çekiyor, başyapıtlara imza atıyordu ve bir yönetmen Oscar’ı daha kazanıp, iki adaylığı haznesine yazdırıyordu. Eastwood artık hatırı sayılır yönetmenlerden biri ve her yeni filmi merakla bekleniyor.
Peki Eastwood sinemasını bu kadar iyi yapan şey ne? Öncelikle, mükemmel karakter yaratımı mevcut. Sorunlu, ezilen ve iç hesaplaşma yaşayan karakterler Eastwood ile kusursuz yansıyor perdeye. Karmaşık durumda olan, bazen anti kahraman özellikleri de barındıran kahramanlar ise Eastwood kamerasının vazgeçilmezleri. Bir günahın etkisi ve ağırlığı altında yaşayan, bir şekilde bundan kurtulmak ve kefaret ödemek isteyen insanlar ise Eastwood filmlerinde toplanmış gibi adeta. Bunları aktarırken kadrajını ve renklerini oldukça donuk, fazlasıyla gerçekçi seçer Eastwood. Çoğunluğunu kendi yaptığı müzikler ise hayatın yorgunluğunu bize keskin bir şekilde geçiren güzelliktedir. Gelenekçi yapı, kaba tabirle eski kafa sinemadan hoşlananlar ve bu kadar patırtı arasında ana akım sinema da lazım diyenler ve bu tarz filmleri heyecanla bekleyenler için Eastwood ayarında bir yönetmen özellikle günümüzde çok az bulunmakta. Her ne kadar American Sniper ile bu durumu biraz bozmuş gözükse de kendini geliştirmiş, muhafazakar tavrını filmlerinden son yıllarda soyutlayabilmiş bir haldedir de aynı zamanda. Başyapıtlarından biri olan Mystic River‘da en muhalif oyunculardan Sean Penn ve Tim Robbins ile çalışması ve ikilinin Oscar öreninde kendisine övgüler yağdırması bunu destekler nitelikte. Oyunculuk ve Oscar demişken, Eastwood’un kendinden başlayarak oyuncu yönetimi ustalığına da değinmek gerek. Eastwood filmlerinde oynayan oyuncuların Oscar alma ya da aday olma şansları diğer oyunculara göre her zaman bir adım daha fazladır.
Seksen altı yaşını deviren, hâlâ film çekmekle uğraşan Clint Eastwood umarım çok daha uzun ömürlü olur ve filmografisine harika filmler ekleyebilir. Kendisine Dirty Harry repliği ile seslenerek yazımı sonlandırmak isterim: “Hey Clint, bize harika bir film daha çek ve günümüzü gün et”.