-George Lucas, kimlerine göre dahi, kimilerine göre usta bir yönetmen ama birçoklarına göre de ticari zekası üst düzey bir iş adamı. Indiana Jones’ların yaratım sürecinde bulunmuş, American Graffiti filmine imza atmış ama en önemlisi Star Wars çılgınlığını sinemaya, hatta dünyaya armağan etmiştir. Bu filmlerin gösterimleri, lisanslı ürünleri, DVD’leri ve tekrar çevrimleri ile adeta büyük bir ticari başarı elde eden Lucas, son olarak haklarını Walt Disney’e satmış ve tarihin en büyük anlaşmalarından birine imza atmıştır. Bu sebeple filmlerinin felsefesini düşünmeyen, tek önemli şeyin para olduğunu savunan bir adam gibi görülmesi son derece doğal. Ancak düşüncemiz ne olursa olsun, onun yaratıcılığı, cesareti ve elbette dehası görmezden gelinemez ve her zaman sinemaya yön veren bir yönetmen olarak anılmasını sağlar.
Üç sakallı olarak da bilinen; Lucas, Copolla ve Spielberg’ün dostlukları çok eskiye dayanır. Özellikle Copolla ile Lucas beraber çalışmaya başlarlar ve pek başarılı olamazlar. Aslında ortak bir şirket kurarlar ve başta her şey yolundadır ama daha sonradan ayrılık çanları çalmaya başlar. Araları kötü olduğu ya da anlaşamadıkları için değildir bu. Sadece farklı alanlarda işler yapmak istemektedirler. Kaderin bir cilvesi, işin içinden çıkamadıkları bir zamanda Copolla bir iş teklifi alır. Aynı zamanlarda ise Lucas bir bilim kurgu konusunda kafasında bir şeylerin olduğunu söyler. İkilinin vizyonu da o dönem uyuşmadığından beklenen son gelir ama iyi ki de öyle olur. Zira; Copolla aldığı iş teklifi sonucu The Godfather serisine hayat verir, Lucas ise hayal gücünün sınırlarını zorlayarak Star Wars serisini bizlere bahşeder. İki büyük usta belki de o yıllarda gelmiş geçmiş en büyük, en önemli iki seriye imza attılar.
Lucas’ın popüler kültür devrimine imza attığı söylenir. Bir diğer yakın dostu Spielberg ile birlikte gişe canavarı olarak da adlandırılırlar. Büyük bütçeli, oldukça görkemli filmlerin günümüze kadar gelen süreçteki en önemli başlangıç noktaları onların imzasını taşır. Star Wars ve Indiana Jones serileri bu tezi desteklemek için sanırım fazlasıyla yeterlidir. Buna, içlerinde bulunan yaratıcılık ve dehalar da eklenince tadından yenmez bir durum ortaya çıkıyor. Mesela, Star Wars serisinde o zaman kullanılan birçok efekt oldukça yenilikçi ve çığır açan cinstendi. İnsanların sinemaya koşup, böyle görüntüleri ilk defa gördüklerinde neler hissettiğini az çok tahmin edebiliyoruz. Bunun yanı sıra fantastik bir dünya yaratmak, karizma karakterler oluşturmak ve bunu hem bir feslefe üzerine oturtabilmek, hem de müthiş bir aksiyon dozu ile harmanlamak her yönetmenin başarabildiği şeyler değil. Buraya kadar her şey harika fakat Lucas’ın daha sonra yönetmenlikten çok yapımcılığı sevdiğini, işin biraz daha arka planında olmayı seçtiğini görüyoruz. İşte eleştrilerin odağı da bu tercihden başlıyor. Ticari olarak sinemaya ağırlık vermesi, kendisinde bulunan cevherler düşünüldüğünde sanki haksızlık gibi geliyor. Bütün bu özelliklerden mahrum kalışımız içten içe kendisine kızmamıza sebebiyet veriyor. Tabii Star Wars gibi bir efsaneyi kazandırdığı için daha fazla eleştirmeye de gönlümüz el vermiyor.
On senedir yönetmenlik yapmayan Lucas, kariyerinin sonlarına doğru bir altın vuruş yapar mı bilinmez. Kendisinden bu yönde bir beklentimiz var. Olmazsa da her bahsettiğimizde sinemaya yön veren bir yönetmen olarak dillendireceğiz kendisini. Başta Star Wars efsanesi olmak üzere, eğlence dünyamıza, fantastik arzularımıza ve aksiyon severlerin tutkularına katkıda bulunduğu ve hala dolaylı da olsa bulunmaya devam ettiği için minnetarız ona. Güç seninle olsun Lucas…