Birdman: Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Alejandro González Iñárritu, kesinlikle modern sinemanın ustalarından biri. Sadece beş film yapmasına rağmen bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu filmlerin ilk üçü, “Kader Üçlemesi” diye de geçen harika filmler; “Amores Perros”, “21 Grams” ve “Babel”. Birbirimize ne kadar ihtiyacımız olduğunu, hayatlarımızın bir gün bir yerde mutlaka kesişeceğini ve anlaşılmak istiyorsak önce dinlememiz gerektiğini en etkileyici biçimde veren başyapıtlar bunlar. Sadece bu filmler bile Iñárritu’nun dehasını anlamamız için yeterliykenyönetmen, adı güzel kendi karamsar olan Biutiful ile yüreklerimizi adeta dağlamış ve yine müthiş bir iş çıkarmıştı. Artık hayran kitlesi iyice artmış, en iyi yönetmenler arasında gösterilmeye başlanmıştı ki kendisine olumsuz eleştiriler de gelmeye başladı.Iñárritu’nun kendini çok tekrar ettiği, yenilikçi olamadığı ve başka bir tür film yapamacağı yönündeydi bu eleştiriler. Hatta senarist Arriaga’nın filmlerde rolünün daha üst düzey olduğu ve onunla ayrıldıktan sonra Iñárritu’nun düşüş yaşacağı söylendi. Aradan geçen dört sene sonunda Iñárritu, bütün bunlara tokat niteliğinde bir cevap verdi ve yaratıcılık, yenilikçilik nedir, cesur film nasıl yapılır, isterse bambaşka bir türe nasıl başyapıt armağan eder sorularına tek tek sinema dünyasının önüne yeni filmini çıkararak cevap verdi. Yani bana göre yılın en iyi filmine imza atarak, Birdman’i çekerek.

Birdman’in merkezinde Riggan adında, yeniden ayağa kalkmaya çalışan eski bir aktör var. Bir dönem Birdman adlı süper kahraman serisi ile epey şöhret kazanmış ancak yeniden gündeme gelebilmek için çırpınan ve her şeyini Broadway’de sahnelenecek oyununa veren bir aktör. Eski karısı ve kızından bile önemsiz olduğu gerçeğini duyan, iş verdiği oyuncu tarafından ciddiye alınmayan ve eleştirmenin biri tarafından “Sen aktör değil, sadece ünlü birisin” yakıştırması alan ve adeta şizofren gibi davranan biri Riggan. Aslında Iñárritu burada rolünü benimseyen, üzerine yapışan karakteri hayatın her anında yaşamaya, onun gibi olmaya başlayan oyunculara da bir gönderme yapıyor. Zira, Riggan’ın düşüş yaşadığı anlarda tutunduğu dal, başarılı olduğu tek şey olan Birdman rolü. Tabii Iñárritu bunu yaparken kısa sürede ünlü olmuş, aslında yeteneksiz ama popüler kültür nimetlerinden yararlanan sözde sanatçılara da ağır bir eleştiri yöneltiyor. Riggan’da böyle hissettiğinden ve bunun altında ezildiğinden, egolarını tatmin etmek için son bir hamle yapmak istiyor. Kendini “gerçek” bir oyuncu olarak görme isteği belki de onu tiyatro yapmaya itiyor. Zira; insanların yüzünde göreceği tebessüm ve duyacağı birkaç alkış, onun gerçek bir aktör gibi hissetmesini sağlayacak. Bu noktada Inarritu’nun da ufak bir hesaplaşması mevcut. Eleştirmeni ilk gördüğümüz bölümde Mike’ın eleştirmen kadına söylediği “Sanatçı olamazsan eleştirmen olursun” sözleri ilk filmlerinde kendisini haksızca eleştirenlere bir cevap, bir intikam niteliği taşıyor.

Bazı filmler için sinemanın büyüsü der, ne kadar etkilendiğimizi böylesi uç bir tanımlama ile ifade ederiz. Birdman ise sinemanın içinde adeta sanatın büyüsü. Hem filmin yapısal özellikleri, hem de içeriğe yerleştirilen detaylar bize sanatın büyüleyiciliğini gösteriyor. Raymond Carver dizeleri, Çehov tezleri (silah görünürse mutlaka patlar) ve Shakespeare’in Macbeth tiratları. Bütün bunların büyüsü altında teknik olarak da muhteşem bir iş çıkınca eserden etkilenmemek imkansız. Lubezki’nin inanılmaz görüntüleri ise yine kusursuz. Filmde ders olarak gösterilecek nitelikte bir sinematografi var. Plan sekansın o muazzam gerçekçiliği ve akışına daha uygunu olamazdı herhalde. Renklerin, karakterin durumu ile birlikte değişimi inanılmaz. Bazen sorunlu, bazen kışkırtıcı ve bazen de eğlenceli olan karakter ve filmin atmosferini son derece “tamamlayan” bir görsellik… Tabii bu atmosferi harika kuran da Iñárritu. Her filminde muhteşem kotardığı gibi.

Filmin teknik anlamda en çok konuşulan özelliği, anlamsız bir şekilde Sokurov’un Russkiy Kovcheg’i ile karşılaştırılan plan sekans kullanımı (yapılan, yapılmak istenen iki filmde de çok farklı). Kesintileri zerre hissettirmeden, izleyiciyi yormadan ve sıkmadan, gerçekçiliğin en saf halini yaşatarak kullanılan bu yöntem, mükemmel geçişlerinde yardımı ile izleyiciye müthiş bir deneyim sunuyor. Film boyunca çalan harika davul ritmleri de sanki bizi hipnoz ediyor ve filme daha fazla bağlanmamızı sağlıyor. Sahne gösterilerinde kullanılan ritmlerin birer benzeri olan ama çok daha kompleks ritimler bunlar. Hal böyle olunca da teknik açıdan epey muazzam bir iş ortaya çıkmış oluyor.

Oyuncuların performansları için de bir paragraf açmak gerek. Öncelikle Michael Keaton, inanılmaz bir performans sergilemiş. Daha evvel Batman’i oynamış ve Iñárritu’nun “O, pelerin giymenin ne demek olduğunu iyi biliyor ve bundan asla gocunmayan biri” dediği bir aktör Keaton. Bu rol için ondan daha iyisi sanırım olamazdı. İçselleşirme ve rolü yaşama anlamında sorun yaşadığını sanmıyorum. Kaldı ki değşen ruh hali ve filmin atmosferine ayak uydurması da tam ayarında. Filmin bir diğer kozu da Edward Norton. American History X ve Fight Club sonrası kariyeri düşüşe geçen ve çok iyi bir performansını izleyemediğimiz Norton’ın Birdman’de çıkardığı iş, andığımız filmlerinden bu yana sergilediği en iyi performans. Gerçekten oldukça kışkırtıcı ve rolün hakkını fazlasıyla vermiş. Emma Stone, Andrea Riseborough ve Naomi Watts’ın da döktürdüğünü söylemek gerek. Özellikle çok iyi oyuncu olduğunu düşündüğüm Watts ile hasret gidermek güzel oldu. Zira, kendisinin iyi bir perfomansını görmeyeli epey olmuştu. Son olarak da Hangover serisi iletanıdığımız Zach Galifianakis’den söz edelim. Kendisinin drama rollerde de gayet başarılı olabileceğini düşünmeye başladım. Hiç sırıtmadı ve rolün hakkını fazlasıyla yerine getirdi. Oyuncular Birliğinden (SAG) “Toplu Performans” ödülü alan kadro tamamıyla muhteşem bir iş çıkarmış vaziyette doğrusu. Keşke Akademi de ödüllerine böyle bir kategori ekleyip filme Oscar verse.

Sonuç olarak Birdman’in nazarımda yılın en iyi filmi olduğunu belirtmek isterim. Kendini ispat etmeye çalışan eski bir aktör üzerinden hepimize kendimizi sorgulattığı, teknik açıdan sınıf atlayan muazzam bir işe imza attığı, harika oyuncu performansları izlettiği ve yenilikçi olmamakla suçlanan Iñárritu’nun, yapılabilecek en cesur işe imza attığı için. Ayrıca, sinema ve sanatın büyüsünü iliklerimize kadar hissettirdiği için. Yazıyı filmin çıkış noktası olan Carver sözleri ile bitirelim. Bitirelim ki hayattan istediğini alabilen gerçekten var mıdır bir düşünelim;

– Peki bu hayattan istediğini aldın mı bari?

-Aldım

-Peki ne istemiştin?

-Bu dünyada sevildiğimi bilip, hissetmeyi.

© 2024 Modern Sinema