İtalyan sinemasında Fellini’yi en iyi bulanlarımız az değildir. Kimi ise Pasolini’nin cesaretinin her şeyin önüne geçtiğini savunur. Visconti’yi siyasi duruşundan dolayı yakın bulanlar ya da Antonioni’nin dünyaya açılan pencere olduğunu düşünenler de mevcut. Bütün bunlara rağmen, bilerek ya da bilmeyerek, İtalyan sinemasının en meşhur, en bilinen ve lafı en çok geçen yönetmeni bilinçsiz de olsa De Sica’dır. Kendisi, hem Ladri Di Biciclette ve Umberto D.’nin yönetmenidir, hem de “Yeni Gerçekçiliğin” kurucularından ve en önemlisidir. Hal böyle olunca, sadece akımın değil, sinema tarihinin en önemli ve en çok zihinlerde yer alan filmlerinden iki tanesinin yönetmeni olarak hafızalarda yer alır. Özellikle Ladri Di Biciclette filmini duymayan, bilmeyen pek azdır. Gelmiş geçmiş en iyi film listelerinde de her zaman üstlerde yerini alır. Aslında, yönetmenliğe başlamadan önce sinema ve tiyatro oyuncusu olarak zaten çok ünlü bir isimdi De Sica. Özellikle Chaplin’e duyduğu hayranlık ve savaş sonrası oluşan şartlar onu yönetmenliğe itti. Dış çekimler yapmaya başlayan, yeni gerçekçilik akımını doğalında da benimseyen ve halka daha çok yaklaşan usta yönetmen, akımın önde gelen isimlerinden senarist Cesare Zavattini ile de tanışınca kendini yeni gerçekçiliğin merkezinde buldu. Savaş sonrasındaki İtalya’yı ve umutsuzluğu en yoğun yaşayan ve beyazperdeye en iyi aktaran De Sica, sıradan öyküleri büyüleyici ama bir o kadar da sert bir şekilde filmerinde kullandı.
Chaplin etkisinden midir bilinmez, filmlerinde komedi unsurunu bolca görürüz. Tabii yoğun duygusallık içeren filmlerde bunun dozu kara komedi seviyesini geçmemekte ama kesinlikle bu sosu senaryolarına yedirmeyi başardı. Filmlerindeki hikayeler genellikle farklı nedenler ile bir araya gelen karakterler ve bunların trajik öyküleri üzerinedir. Nedensellik üzerinden bir araya getirmeyi pek tercih etmez. Tabii bu bazılarına kopukluk hissi verse de bence gerçekçiliği ön plana çıkarmakta. Zira, günümüzde bile, hayatın içindeki karşılaşmalarımız çoğu zaman tesadüfler ve farklı nedenlerle değil midir? Bunların dışında yukarıda da kısaca belirttiğim gibi De Sica; “umut” konusunu en çok işleyen yönetmenlerden biri ama genellikle olumsuz olarak. Emekli maaşı ile geçinmeye çalışan adamın hayatındaki tek değerli şeyi umutsuzca araması (Umberto D., 1952), iki ayakkabı boyacısı çocuğun suç işlemek zorunda olup hapise düşmeleri ve umutlarını yitirmeleri (Sciuscia, 1946), yokluk ve çaresizliğin pençesinde bir adamın, oğlu ile birlikte çalınan bisikletinin peşine düşmesi (Ladri Di Biciclette, 1948). Bu karakterlerin hepsi çaresizlik, fütursuzluk ve kopkoyu bir ümitsizlik içindedir.
Çocuklarla müthiş bir empati kurabilen De Sica, onların derdini en iyi anlatan yönetmenlerden de olmuştur. Oldukça yoksul bir ailenin çocuğu olan ve daha genç yaşta ailesine bakmak için çalışmak zorunda olan yönetmenin, hayatının bu döneminde yaşadıklarının yansımaları da bu yaklaşımlarda ortaya çıkmıştır. Kurabildiği empati ve sorunları bilmesi, filmlerinde çocuk oyunularla çalışırken de işe yaramış ve onlardan üst düzey performanslar almıştır. En önemli filmlerinin çoğunda, hikayenin ekseninde ya bir çocuk ya da o çocuk uğrunda yapılan bir şeyler mutlaka vardır. Tabii çocuklarla empati kurmayı başarabilen bir yönetmen, genel olarak da duyguları yakalamayı gayet başarabilir. Bunun için doğru bakabilmek, geçerli bir perspektif oluşturabilmek çok önemlidir. De Sica, bunu nasıl yapabildiğin açıklarken, yeni gerçekçiliğin de adeta bir alt tanımını yapıyor; “Görmek, bir sanatçı için çok yararlıdır. Birçokları görmek istemez, çünkü çoğu kez başkalarının dertleri onları tedirgin eder. Biz (yeni gerçekçiler), tersine görmek istiyoruz. Amacımız, kendimizi de görmektir.”
De Sica, sağlam bir oyuncu, iyi bir senarist ve muhteşem bir yönetmen olarak sinema tarihindeki yerini ön sıralardan almıştır. Onun o fazlasıyla gerçekçi sinemasını yakalamamak ve kendimiziden bir şeyler bulamamak da neredeyse imkansızdır. Umutsuzluk içeren filmler yapması, aslında bununla mücadele etmek ve ortadan kaldırmak adınaydı belki de. Zira, traji-komik öğeler kullanarak, bu umutsuzluk içinde dahi bize gülümsemeyi de yaşatmıştı. Kendisine bir sinemasever olarak minnettarlığımı dile getiriyor ve yeni tanışacaklar için film önerilerimi sıralıyorum;
Mutlaka İzlenmesi Gereken Beş “De Sica” Filmi:
1-Umberto D. , 1952
2- Ladri Di Biciclette, 1948
[youtube url=”http://www.youtube.com/watch?v=Oya_UnisL-Q”]
3- Sciuscia, 1946
[youtube url=”http://www.youtube.com/watch?v=VqTCMeBUpho”]
4- Miracolo a Milano, 1951
[youtube url=”http://www.youtube.com/watch?v=PBkLvkUqmh4″]
5-La Ciociara, 1960
[youtube url=”http://www.youtube.com/watch?v=Y0rZKfGl024″]