Non-Fiction
Non-Fiction, dijital dünyanın ve getirdiği ekonomik şartların hayatlarımıza yansıması ve edebiyat üzerinden sanat üzerindeki etkisini irdeliyor. Bunu yaparken ikili ilişkilere ve insanın iki yüzlülüğüne de eleştiri getirmeyi ihmal etmiyor. Formda bir Woody Allen çekmiş gibi, entelektüel ve harika diyaloglara sahip olan film, izleyicileri de dijitalleşen sanat konusunda sorgulamaya itiyor. Filmekimi’nin güzel sürprizlerinden.
The House That Jack Built
Her zaman büyük merak uyandıran ve izleyici çekmeyi başaran Lars Von Trier, son filmi The House That Jack Built filminde de yine salonları doldurdu. Bir seri katil ve onun beş vakası üzerinden ilerleyen hikaye felsefe, sanat, insan, arayış ve kötülük ekseninde serüvenini sürdürüyor. Trier’in en zayıf işlerinden biri olan, anlatıda hali hazırda sorunlar yaşarken finaliyle daha da kötü bir hal alan film, bu bölümde gülünç duruma düşmekten de kurtulamıyor.
The Favourite
Şiddetin yeni büyük anlatıcısı olan, kimilerine göre yeni Haneke olma yolunda ilerleyen Lanthimos, bambaşka bir türle karşımıza çıkıyor. Kostümlü dönem filmi olan ve Kraliçe zamanında geçen hikaye biçimsel anlamda adeta sinema dersi. Atmosfer kurma becerisi, müzik kullanımı ve prodüksiyon anlamında üst düzey olan filmin senaryo ve diyalogları da leziz. Başta Olivia Colman olmak üzere performanslar da iyi olunca tadından yenmez bir film ortaya çıkıyor. Lanthimos sinemasını sevenler beklediğini belki bulamayabilir ama The Favourite kesinlikle yılın en iyilerinden.
Dogman
Matteo Garrone imzalı, İtalya’nın Oscar aday adayı filmi Dogman, küçük hayatlar yaşayan ve küçük hayalleri olan insanların dünyasını ve kaçınılmaz sonlarını anlatıyor. Saf sinema anlatısını kullanan ve sade bir dil tercihiyle bunu pekiştiren Garrone, mütevazı ve iyi bir filme de imza atmayı başarıyor. Cannes’da ödül kazanan Marcello Fonte’nin harika performansı filmin en büyük kozu. Tabii bir de İtalya’nın kenar mahalleleri…