Kelebek ve Dalgıç
Julian Schnabel’in 2007 yılında çektiği ve Ronald Harwood’un hikâyede bahsi geçen gerçek kahraman Jean-Dominique Bauby’nin kitabından uyarladığı film, yakın tarihli bir film olsa da modern bir klasik olarak anılmakta ve bunu fazlasıyla hak ediyor. Filmin öncesinde kitaba göz atalım.
Elle editörü Bauby, geçirdiği beyin kanaması sonrası felçli kalır ve sadece sol gözünü hareket ettirebilmektedir. Yardımcısının da el atmasıyla bir anlaşma yöntemi geliştirirler ve Bauby, sadece doğru harflere göz kırparak iletişim kurar ve eserini de bu şekilde oluşturur. Bu, onun dünyaya son armağanıdır. Kitabı yazdıktan kısa bir süre sonra hayata gözlerini yumar. Bauby, adeta, her şeyin mümkün olduğunu insanlığa anlatarak, bu amacına ulaşmak için direnerek yaşar ve amacına ulaşınca da huzur içinde dünyaya veda eder. Tek gözüyle yazdığı/yazdırdığı kitap ilham kaynağı olur ve sinema uyarlaması da kaçınılmazdır. 2007 yılında, hem hikayenin gerçekliğine uygun hem de oldukça yaratıcı bir şekilde Julian Schnabel filmi sinema tarihine kazandırır. Hem Bauby’nin muhteşem direnişini ve umudunu görmüş oluruz hem de muhteşem bir filmi…
Teknik Açıdan Eşsiz Bir Deneyim
Filmde her şeyden evvel yönetmenlik ve teknik özelliklerden bahsetmek gerek. Schnabel, duyguyu tam aktarabilmek ve empati kurabilmemiz için farklı bir teknik kullanmış. Hikâyenin çoğunu kahramanımızın gözünden göstermeyi tercih etmiş. Böylece biraz sıkışmışlık hissiyle karışık, çaresiz ve tek gözle kurulan zor iletişimi bizlerin de yaşaması sağlanmış. Burada sinematografik açıdan da muazzam bir işçilik ortaya konulunca da gerçeklik duygusu tavan yapmış. Klişe tabir ler olan “karakteri özümseme” ve “kendimizi onun yerine koyabilme” tam manasıyla bu sayede vuku bulmuş. Buğulu bakışlar, zor görülen açılar, insanların acıyarak bakan gözleri ve en sonunda umut dolu anlar. Hepsini Bauby’nin “gözünden” görmek eşsiz ve sarsıcı bir deneyim. Sadece bununla da sınırlı değil teknik beceri. Kurgu da olabilecek en harika şekilde kotarılmış. Biyografi filmlerinin o matematiksel tuzağına düşmeden, giriş gelişme sonuç basitliğine girmeden ve hem sindire sindire hem dekoca bir öyküyü iki saatte layığıyla anlatabilen son derece başarılı, modern bir kurgu. Hal böyle olunca, teknik anlamda da bir şaheser olduğunu belirtmek sanırım yanlış olmaz.
Schnabel’in başarılarından biri de böylesine duygu yüklü bir öyküde ajitasyona kaçmaması ve bunu yaparken de merak duygusunu ön plana çıkarabilmesi. Öyle ki, Bauby’nin gözünden her şeyi görüyoruz ama filmin büyük bir çoğunluğunda kendisini göremiyor, çılgınca merak ediyoruz. Bu tarz bir film için daha güzel bir bonus sanırım olamazdı. Schnabel anlatılanı kahramana bırakıp anlatıma önem vermiş. Bauby’nin yaptıklarını, düşündüklerini, gördüklerini aktarmış ama yargılamadan ya da üzülüp bağ kurulmasına imkan vermeden kotarmış. Sadece ve sadece olayı aktarmış ama olayın kendisi drama yüklü olduğu için bunun handikabını da biraz yaşamış. Ne kadar uzak durulsa da, olay gerçek haliyle süslemeden verilse de insanlar haliyle etkilenecektir ve ajitasyona kendinden bir geçiş olacaktır. Zira, sadece tek gözünü hareket ettirebilen ama yılmadan ortaya bir eser çıkarmaya çalışan bir insan, bir şekilde gözünüzden yaş akıtacaktır. Schnabel, paragrafın başında da belirttiğim gibi bu handikaba rağmen anlatıda yaptığı harika manevralarla bunu en aza indiriyor ve kusursuza yakın bir klasik ortaya çıkarıyor.
Umut Etme Özürlüğü…
Filmin bir yerinde şöyle bir replik duyarız: “Felç olan sadece bedenim değil, hafızam ve hayallerim.” Hem Bauby’nin ölmeden önce son anda aktarmaya çalıştığı hem de Schnabel’in ondan aldığı pasla film üzerinden tüm dünyaya aktarmak istediği birkaç şey var. İlki elbette pes etmemek ve şartlar ne olursa olsun üretebilmek. İkincisi ise hafıza ve hayal gücü… Hiçbir zaman unutmamak, her zaman üzerine düşünmek ve hatırlamak, buradan hareketle de hayal gücünü ortaya koymak insanoğlunun her şartta, kendinden başka bir şeye ihtiyaç duymadan kolaylıkla yapabileceği bir durum. Hayal etmek, olanla birleştirmek, sonra tekrar hayal etmek ve sonucunda bir şeyler için hareket etmek. Bunu bazen sadece tek gözünüzü hareket ettirebilirken bile yapabilmek mümkün. Yeter ki bedenimizde ya da dairelerimizde kilitli kalmayalım…
Le Scaphandre et le Papillon, anlatımı ve anlatılanıyla birkaç senede bir tekrar izlenmesi ve feyz alınması gereken bir başyapıt. Tabii kitabı da alıp okumak, Baumby’yi daha net anlamak mümkün. Hatta bu sayede filmin değerini de kesinlikle artırabilir, kendinize olan bakış açısını geliştirebilirsiniz. Julian Schnabel harika bir deneyim sunuyor ve modern bir klasiğe imza atıyor. Sinemanın gücünü ve gerçeğin sarsıcılığını da fazlasıyla kusursuz bir şekilde bir araya getiriyor. Bu film, bir filmin olabileceği kadar güzel ve etkileyici.