Onur Saylak’ın ilk yönetmenliği “Daha”, proje aşamasındayken bile büyük bir merak uyandırdı ve fragmanı yayınlandığından beri de beklentiler üst seviyelere çıktı. Bir yandan da film, katıldığı festivallerden ödül ya da ödüllerle dönmeyi başardı ve son olarak Malatya Film Festivali’nden En İyi Film ödülü dahil dört ödül birden kazandı. Günümüzün çok sevilen yazarlarından Hakan Günday’ın romanından uyarlanan film, insan kaçakçısı bir adam ve onun gölgesi altında ezilen oğlunun hikayesine odaklanıyor. Mesele, hem göçmenlik, hem çaresizlik konularına değiniyor ve bolca da “nefret” içeriyor. Tüm bunları yaparken de alabildiğine sert bir anlatı sunuyor. Bir ilk film için her şeyden evvel bunun cesur bir hamle olduğunu vurgulamak gerekir.
Anlatılan hikâye ve gidişat, Inarritu’nun Biutiful filmini hatırlatırcasına kötü. Yani her şey kötü, hemen herkes kötü, şartlar kötü ve filmde iyiye dair neredeyse hiçbir şey yok. Sadece, çocukların masum yüzü ve onlar üzerinden yapabileceğimiz empati kurma eylemi filmin iyi hanesine yazılabilir. Tabii bu bilinçli tercih insanın içindeki nefretin, mültecilere bakış açısının, paraya tapmanın ve sevgisizlikle yoğrulan çocukların canavara dönüşmesinin kötülüğü. Bu anlamda düşündüğümüzde ve hikayenin manevralarına baktığımız da ise bu kötülüğe bir de sert anlatı ekleniyor ve filmden klişe ama gerçek tabirle tokat yemeden çıkmak güçleşiyor. Farkındalık yaratmak için ajitasyona zerre bulaşmamak ve gerçek haliyle düşünceleri peliküle aktarabilmek çok önemli ve daha önce de belirttiğim üzere ilk yönetmenliğini yapan bir sinemacı için büyük cesaret. Bir sonraki film için beklentilerin çok daha fazla yükseldiğini de belirtmek gerek.
Nefretle Büyüyen Çocuklar…
Filmi birkaç açıdan değerlendirmek mümkün. Romanın yarısına yakın bir kısmına tekabül ettiğini bildiğimiz hikâye hem bir baba oğul hikâyesi hem de mülteci sorununu anlatan dokunaklı bir drama. Her ikisinin ortak paydası ise tabii ki insan. on dört yaşındaki Gaza, büyük şehirde okul okumak isteyen, hayalleri -her ne kadar bastırılıyorsa da- olan ve babasını sevmesine rağmen onun kötü yanlarını da gören bir çocuk. O, hayallerinin peşinden koşmak istedikçe babası tarafından “sözde” kol kanat geriliyor ama yavaş yavaş içindeki hayaller öldürülüyor. Sonuç olarak da babasından bile “daha” kötü bir sona doğru yavaşça sürükleniyor.
Çocuklarımızın, sevgisizlikle büyüyen ve nefretle doldurulanları aynı yollardan geçmek zorunda kalıyor ve bütün bir nesil bunun acısını çekiyor. Toplumların her şeyden önce en büyük derdi de sanırım bu. Ne ekersen onu biçersin tavrının karşılığı kendinden daha kötüsünün ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor. Bu derdi de Saylak, yine sert bir şekilde, en doğru anlatımla ve tümüyle gerçek bir tonla karşımıza getiriyor. Bu da yine farkındalık anlamında izleyenlerin bir şeyler düşünmesi konusunda umutlanmamızı sağlıyor.
Mülteci meselesine geldiğimizde de durum çok farklı değil. Yine kötülük başrolde ve tam da ülkemizde tartışmaların çok yapıldığı noktada. Bu insanların hayalleri var, kurtuluş ümitleri var. Bunları kullanan da koca bir vicdansız ordusu… Peki bu insanlar savaştan kaçarken hep daha iyisini, daha uzağını neden hedefliyor? Elbette sadece huzur bulmak için. Onları kabul edip, birlikte yaşamayı ya da doğru yönlendirebilmeyi öğrenebilsek her şey çok daha güzel olacak ve bir gün onlar da elbette ki savaş bittiğinde evlerine dönmek isteyeceklerdir. Zira, insanın evi gibisi yok! Bu topraklarda kaçarken başına gelenler, Aylan bebek gibi hadiseler çok taze bir şekilde hafızalarımızda. Bu insanların sadece ve sadece savaştan kaçmaları gerekiyor ama onlar her şeyden, hepimizden kaçıyorlar. Kötülük sürekli karşılarına çıkıyor. Bazen bir silah, bazen bir tecavüz, bazen de Gaza ve babası gibi insanlar görünümünde… Bu film, bu anlamda da umarım düşünmeye sevk edecektir ve bir kişinin bile olsa fikrini değiştirmeyi başaracaktır.
Harika Bir Ekip Bir Arada
Filmin oyunculuklarına gelirsek ilk oyunculuk deneyimi olan ama harika bir iş çıkaran Hayat Van Eck’i alkışlıyorum. Gerçekten Gaza karakteri için daha iyisi zor bulunur. Ülke sineması adına en az Saylak kadar önemli bir kazanım ve umu vadeden başarılı bir oyuncu. Notumuzu alıp bir sonraki filmini heyecanla beklemeye başlayalım. Usta oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan bazı sahneler sanki biraz abartıya kaçmış gözükse de genel anlamda rolün hakkını fazlasıyla vermiş.
Onur Saylak, ilk yönetmenliğinde çok doğru bir işle karşımıza çıkmayı başardı ve yinelemem gerekirse cesur. Sektörün iyi işleriyle tanınan görüntü yönetmeni Feza Çaldıran ve kurgucu Ali Aga da yine üstlerine düşeni fazlasıyla yerine getirmiş. İlk yönetmenliği olan biri için ekip anlamında çok doğru tercihler olduğunu da belirtmem gerekir. Son tahlilde, bir ilk film için çok başarılı olan Daha, karanlık, cesur ve sert anlatımıyla zorlu ama derdini fazlasıyla hissettiren bir film. Sinemada deneyimleme şansını kaçırmamanızı tavsiye ederim…