“Modernize” Bir Haybeden Gerçeküstü Aşk
2000’lerin ilk yarısına damgasını vuran ve ilişkileri irdelemesiyle her kesime hitap eden Haybeden Gerçeküstü Aşk, Yılmaz Erdoğan ve Demet Akbağ’ın performanslarıyla adından epey söz ettirmişti. Erdoğan’ın usta kaleminden, en iyi bildiği işi yaparak kotardığı zeki diyaloglar ve kelime oyunları o dönem için oldukça marjinal ama bir o kadar da çekici gelmişti. Halkın diline de dolanan bu diyaloglar her ilişkinin içindeki çıkmazlarla buluşunca da iki saat boyunca izleyiciyi kahkahaya boğan bir oyun olarak hafızalarda yer almıştı. Tabii sorgulama, sorgulatma ve kendini görme/empati kurma kriterleri önemli bir yer tutmaktaydı. Etkisini aslında hiç yitirmeyen bu oyun, sinemaya taşınma kararına dahil edildi ve yine Erdoğan’ın kalemiyle ve yönetmenliğiyle karşımıza çıktı.
Bu kez tek değil dört çift üzerinden mesele anlatılmakta ve kadro özellikle TV izleyicileri için oldukça cezbedici. Serkan Keskin, Büşra Pekin, Çağlar Çorumlu, Şebnem Bozoklu , Fatih Artman, Gupse Özay, Bülent Emrah Parlak ve Aylin Kotente gibi isimler daha filme girmeden izleyicinin yüzünü güldürecek ve komedi dünyasının tanınmış yüzleri olarak göze çarpıyor. Bir partide tanışan dört çift üzerinden ilişkiler sorgulanıyor, eğlenceli anlar vaat ediliyor ve aşk, tüm katmanlarıyla masaya yatırılıyor.
Yılmaz Erdoğan Özüne Dönüyor
Filmin en güçlü yanı elbette senaryosu. Yılmaz Erdoğan’ın ilk katıldığı programlardan tiyatro oyunlarına dek uzanan ama son yıllardan pek izine rastlamadığımız dinamik ve eğlenceli aforizmalar, kelime oyunları bu filmde de yine karşımıza çıkıyor. Bazıları çok zeki, çoğu çok komik olan bu cümleler, diyalog halinde de önümüze güzel bir şekilde sunulunca tadından yenmez bir hal alıyor. Tabii Erdoğan bu sefer dört çiftin hikayesi oluşunu ve günümüzde geçiyor oluşunu es geçmemiş, diyaloglarını modernize etmiş. Biraz daha bu zamanlara ait olan, teknolojinin ilişkiler üzerindeki etkilerine de atıfta bulunan ama tiyatro oyunundaki güzelliklere de yer veren bir senaryo kotarılmış. Hal böyle olunca da bu anlamda filmin pek bir sorunun olmadığını hem yeni izleyici hem de oyundan kalma hayranları memnun edeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. En kötü ihtimalle girip, eğlenip, hiç sıkılmadan salondan ayrılma garantisi sizleri bekliyor.
Oyunculuklar Filmi Taşıyor
Senaryo anlamında maça 1-0 önde başlayan film, çok yeni bir şey sunmasa da eğlendiriyor. Kaldı ki on senelik bir gelişim, değişen bir nesil olmasına rağmen ilişkilerin iyi ve kötü yanları çok değişmiyor. Önce sen kapat ile başlayan, ilk heyecanlarla hızını alan her ilişki bir süre sonra mutlaka monotonlaşıyor ve kriz yönetimini başaran süreci uzatabiliyor. Böyle olunca da oyunun aynısını izliyormuş izlenimi uyandırdığı anlar oluyor ama aslında değişmeyen film değil bizleriz. Burada senaryo kısmını bir kez daha içimizde halledince ikincil güç olarak oyunculuklara yöneliyoruz. Tamam senaryo güzel, ilişikler böyle ama inandırıcılık? Bu noktada da genel anlamda başarı sağlandığını söyleyebiliriz ama bazı çiftlere ve bazı oyunculara manevralar iyi gelmeyebiliyor. Özellikle dramatize kısımlarda Bülent Emrah Parlak ile Aylin Kontente çiftinin kimyası biraz sekteye uğruyor, inandırıcılık sarsılıyor ama filmin bütünün elbette zedelemiyor.
Bunun dışında ise büyük bir problem göükmüyor. Çağlar Çorumlu – Şebnem Bozoklu ve Gupse Özay – Fatih Artman eşleşmeleri şampiyonlar ligi tadı veriyor ama filmin yıldızı kim dersek yine yeni yeniden Serkan Keskin ismi ön plana çıkıyor. Büşra Pekin’le olan kimyanın önemi bile kalmıyor, zira Keskin bir rolün hakkını daha fazlasıyla veriyor ve onun olduğu sahnelerin bitmesi istenmiyor. Oyunu sevenlerin gözleri Yılmaz Erdoğan ve Demet Akbağ arayacaktır ama ritme biraz ayak uydurunca ve dört çifti görünce o alışılmadık durum yerini kahkahalara bırakacaktır.
Sineması Biraz Eksik ama İyi Bir Uyarlama
Biçim olarak teraziyi önümüze koyduğumuzda ise tam bir beraberlik halinin ortaya çıktığını görüyoruz. Tiyatro uyarlaması olarak iyi ama sinemasal anlamda çok bir şey vaat etmiyor. Birkaç mekana sıkışmışlık var ama skeçler bütünü olarak değerlendirirsek fazla iyi. Sinematografi Gökhan Tiryaki imzası taşıyor ve kendini hissettiriyor ama bu kadarına gerek olmayacak kadar yorucu. Burada son tahlile girersek, tiyatro oyunundan sinemalaştırırken gayet iyi bir uyarlama olduğunu ama daha bir “sinema” beklentisi içine girilmemesi gerektiğini vurgulamak gerekir. Hele de ben gireyim, kahkaham bol olsun, sevgilimle gidersem de benzer durumları görüp eve döndüğümüzde anımsayıp daha da gülelim diyorsanız tam olarak aradığınız şey Tatlım Tatlım. Yani, aşkı, ilişkileri ve hepimizin yaşadığı, yaşayacağı rutinleri Erdoğan her zamanki başarılı üslubu ile vermiş ve eğlence garantisi vat ediyor. Sinemasal anlamda çok daha “tatlı” bir iş arıyorsak da buna eğlenip geçip, Yılmaz Erdoğan’ın bir sonraki projesini beklemeye başlayabiliriz…