Orijinal ismi Okuribito olan, 2000’li yıllarda peş peşe filmler çekerek Japon sinemasına katkılar veren Yojiro Takita imzalı film, 2008 Oscar adayları açıklandığında ufak bir sürpriz yaşatmıştı. Son dokuza kalan filmler arasında pek şans tanınmayan filmin Nuri Bilge Ceylan’ın Üç Maymun filminde bile daha az şansı olduğu konuşuluyordu. Tabii bu söylemler filmi henüz izleyemeyen insanların ağından çıkıyordu. Film, aday olması sürpriz denilirken güçlü adaylara rağmen Oscar heykelciğini kucaklıyordu. Entre Les Murs, Vals Im Bashir, Revanche ve Der Baader Meinhof Komplex gibi güçlü adayların önünde Oscar alan Departures ülkemizde törenden daha sonra gösterim şansı bulmuş ve ödülün ne kadar hakkaniyetli olduğunu anlamamız biraz geç olmuştu.
Daigo Kobayashi, bir orkestrada çello çalan sanatçılardan biridir. Kendi yetenekleri ölçüsünde ulaşabileceği en iyi yere ulaştığını düşünen ve mutlu olan bir insandı. Ekonomik sıkıntılar baş gösterdiğinde orkestranın artık kapandığı açıklanır ve hayalleri yıkılan Daigo’nun bir de maddi sıkıntısı peydah olur. İşin içinden çıkamadığı noktada ise eşini de alır ve köyüne, kendi evine geri döner. Burada para kazanma zorunluluğundan dolayı cenaze evinde çalışmaya ve Nokanshi görevini üstlenmeye başlar. Japon geleneklerinden biri olan ve ölüyü öteki tarafa adeta en güzel haliyle yollama üzerinde hazırlık safhası taşıyan Nokanshi, ölüm üzerine epey düşündürücü bir eylem olarak izleyiciyi de etkisi altına alır. Daigo artık son görev için çalışmaktadır.
Öncelikle filmin “gidişler” anlamına gelen isminden yola çıkarak ölüme bakışını sorgulamalıyız. Öte dünya göndermelerinden, bu dünyanın anlamsızlığından tabii ki dem vurur ama esas derdinin bu dünyada gelip geçici olduğumuz, uğradığımız bir yer olduğumuz konusudur. Bir sonraki durak için ölen kişiyi de bu sebeple süsler püsler, en güzel haline getiririz. Belki oradaki işi bittiğinde de başka bir yere geçerken böyle uğurlanacaktır. Ruh üzerine hem bir ağıt hem bir veda anlamı taşıyan eylem ile birlikte ölüm hakkında yapılan göndermeler adeta olumlu birer şiirsellik taşır. Ruhun güzelliği ve önemi, maneviyatın her şeyden öte oluşu da yönetmenin tercihleri ve senaryonun matematiği ile bize sunulan en belirgin düşünceleri oluşturuyor. Ölümün asla bir son olmadığı ve belki de bizi bekleyenlere güzel görünmemiz gerekliliği düşüncesi bile izlerken bizi sarıyor. Bazı anlar oldukça dramatikleşebiliyor, hatta biraz korkabiliyor ve oldukça etkilenebiliyoruz ama totalde baktığımızda ölüm bu kadar ürpertici gelmiyor. Yönetmenin ölüme bakışı da sanırım tam anlamıyla bu.
Yojiro Takita, filmin duygusal anları ve ölüm mevzusunu çok yaşamamız için mizah sosunu da harika serpiştiriyor. Son yıllarda örneğine çok rastladığımız komedi/drama karışımı ve en zikzaklı anlatımı bu filmde de görmek mümkün ama kesinlikle en kabul edilebilir olanı. Hatta çimenlerdeki meşhur çello sahnesi ile biraz fantezi de katıyor ve dramatizmden olabildiğince uzaklaştırıyor. Tabii bu komedi sosu ve fantastik anlatım izleyici arasında kimilerini uzaklaştırabilir ama dengeyi kurma anlamında frekans yakalandığında ve istekler karşılandığında bu anlar nefes almak için oldukça ideal.
Tabii filmin ölüm ve gidişler dışında yokladığı mevzular da yok değil. Aile kavramı, eşinin ne yaparsa yapsın arkasında olma gerekliliği ve ölüm üzerinden aile eşrafının halleri oldukça net perdeye yansımış durumda. Bu konuda bazen empati kurup anlamak, bazen de oldukça sinirlenmek olası. Bunun yanı sıra Daigo’nun çello işini kaybetmesi, yetenek ve hedeflerinin boşa gitmesi, bunun sistemin bir sonucu olması, sonunda da eşini alıp “haydi gel köyümüze geri dönelim” sonucunu yaşaması en basitinden düzene karşı bir isyan, bir serzeniş. Takita, bu anlamda da oldukça derin ve temi ir iş çıkarmış. Sanatçının bin bir türlü mücadele sonunda gidiş için ölü hazırlaması da neresinden