Modern sinemanın aykırı yönetmenlerinden Kim Ki Duk’un aşk üzerine şiirsel bir ağıt niteliği taşıyan filmi 3 Iron, bir sessiz film güzelliğinde suskun ve dokunaklı bir aşka odaklanıyor. Pek fazla konuşmayan iki karakter üzerinden hayata dair bir isyan niteliği de taşıyan filmin senaryosu oldukça güçlü ve neredeyse kusursuz. 2000’li yılların ilk on yıllık dilimine her açıdan damga vuran Güney Kore sinemasının bir başka başyapıtı daha. Hayatın dinamikleri içerisinde filmde de dendiği gibi neyin gerçek neyin rüya olduğunu söylemek zor ama bunu en samimi sinema dili ile anlatmak mümkün. İşte 3 Iron böyle bir film…
Tae Suk, motosikleti ile gezen, üniversite mezunu ve eli birçok tamirat işine yatkın bir genç. Kapılara astığı broşürler sayesinde hangi evin boş olduğunu tespit edip orada bir gece geçiren ve amacı başka hayatlara da dolaylı olarak dahil olmak isteyen enteresan bir kişilik. Kaldığı evi derleyip toplayan, eşyalarını temizleyen, bozuk aletleri tamir eden ve son derece titiz olan Tae Suk, fotoğraflar ve kendini dahil ettiği anlar ile mutluluğunu artırıyor. Geçmişi hakkında çok bilgi sahibi değiliz ama yalnızlık çektiğini tahmin edebiliyoruz. Bir nevi hayalet olarak yaşamını sürdürmekte ve bu konuda da film ilerledikçe level atlamakta. Başkalarının yaşanmışlıkları üzerinden küçük rüyalar ve başka alemlerde gezinme fırsatı bulan/yaratan Tae Suk günün birinde bir eve girer ve kocasından şiddet gören Sun Hwa ile tanışır. Sun Hwa ise, kocası tarafından takıntılı bir şekilde sevilen ve bundan dolayı şiddet gören bir kadın. Oldukça mutsuz ve adeta kendi evinde kapana kısılmış vaziyette. O da öyle mutsuz ve öyle yalnız ki, evine izinsiz giren bir yabancıya ses etmeyip onu izleyecek kadar … Hatta ondan yardımcı olmasını bekleyecek kadar da umutsuz. Bu iki yalnız ve mutsuz, sessiz film karakterleri tadında masum karakteri bir araya getirmek de Kim Ki Duk’un işi. Gerisi şiirsel anlar, hüzünlü kadrajlar ve bolca kaygı. Ruh ikizi dedikleri şey belki de birbirleri. Yıllarca arayıp bulamadıkları hayat birbirlerinin kollarında ama hayat bu ya, eşler, kanunlar, evlerine girdikleri kişiler ve para kazanma zorunluluğu. Yani halletmeleri gereken dert çok. Tabii bunu da aşabilirler. Ya büyük bir aşkla ya da hayata ayak uydurarak. Kim bilir belki de hayalet olarak gezinerek…
Bu garip aşk öyküsü, yer yer suç filmine kaysa da genel anlamda etkileyici bir büyüye, şiirselliğe ve felsefeye sahip. Uzakdoğu öğretileri gibi narin ama samimi olan aşk, hep sözü geçen ama. gizlenen üçüncü bir karakter odağında ilerliyor. Belki de çoğumuzun hayatındaki aşk, olan, olması gereken ve olması istenilen şeklinde ilerlemektedir. Hangisini yakalayacağımız ya da yakalanacağımız hayatın sürprizlerine gebe. Kim Ki Duk, hayal ya da gerçek olduğunu bilemediğimiz hayat içerisinde her şey olabilir diyor. Rüya gibi gelen aşklar da gerçeğin ta kendisi olan mutsuzluklar da… Bunu bakışlarla, diyaloğa gerek duymadan öyle etkili aktarıyor ki, insanın aklına söylemeden de fark edilen/ettirilen aşklar olduğunu anlatan şarkı sözleri geliyor. Kim Ki Duk, kamerasını da üçüncü kişi olarak o kadar güzel yerlere koyuyor ki gerçeklik hissini en içten duygularımızla hissetmemizi sağlıyor.
Sinematografi açısından oldukça doyurucu, gayet iyi çekilmiş ve iyi resmedilmiş karelerden oluşan filmin duyguyu aktarabilmek adına en önemli bonuslarından biri Natacha Atlas’ın Gafsa şarkısı. Sözlerini bilmesek bile filme kattığı hava ve değer inanılmaz. Kim Ki Duk harikası bir seçim olarak hafızalarda yer edecektir. Oyuncu yönetimini de layığı ile yapan yönetmenin neredeyse her istediğini gerçekleştirdiğini sezip dillendirmek sanırım yanlış olmaz. Modern sinemanın imkansız aşklar üzerinden yaptığı ağıtlardan biri olan 3 Iron, her izlenişte aynı etkiyi verecek bir başyapıt.
“Nasıl bir büyüdür ki o konuşmaya gerek kalmaz.
Nasıl bir notadır ki o, sanki konuşur.
Nasıl bir dünyadır ki, hayal mi gerçek mi anlaması zor?
Hepimiz kilitlerimizi açacak kişiyi bekleyen birer boş eviz.
Kaç kilo çeker ki bir yalnızlık.
Hele iki yalnızın ağırlığını ölçer mi bu dünyanın tartıları.”