“Quentin Tarantino’nun 8. Filmi” ibaresi ile başlayan bir film The Hateful Eight. Artık markalaşmış, büyük bir isim halini almış ve usta sınıfına dahil edilen bir sinemacının sekizinci filmi. Bir dönem yepyeni bir yol açarak sinemaya yön veren ve ismine Tarantinesk filmler diye neredeyse bir tür ortaya çıkaran dahi bir yönetmen Tarantino. Sinemayı gerçekten seven, en iyi eğitimin her zaman film izlemekten geçtiğini savunan ve video kaset dükkanında çalıştığı dönemlerde kariyerine yardımı olacak referansları hafızasına kazıyan bir sinefil. Tarantino için diyeceklerimiz uzar gider ama biz onun Western külliyatına olan düşkünlüğü ile ilgilenelim. Leone ve Corbucci gibi yönetmenlerin sinemasına vakıf oluşu ve onlara büyük saygı duyuşu Kill Bill’in ikinci filminde ilk belirtileri vermişti. Gerek atmosfer, gerek ses/mekan kullanımı ve gerekse diyaloglar western türüne oldukça yakın duruyordu. Daha sonra Django Unchained filmini çeken Tarantino’nun bir üçleme yapacağı konuşulmaya başlandı. Şimdilik resmi bir açıklama olmasa da bir Western filminin daha gelmesi sanırım sürpriz olmaz. Üçleme tamamlanır mı bilinmez ama ikinci film artık karşımızda. Bu yeni Western filmi, ilkine göre çok daha ciddi, çok daha karizma ve her şeyiyle Spagetti Western türüne ait. The Hateful Eight, tam anlamıyla Sergio Leone ve Sergio Corbucci’nin sinemasının ruhuna sadık, onları yeniden şaha kaldıracak türden bir film. Tabii kendi sinemasının özelliklerini de harmanlayarak…
Bir Tarantino filmi izlerken hissettiğimiz ilk şey iliklerimize kadar sinema nostaljisidir. Bunu, kurduğu atmosferle öyle net aktarır ki filmlerini izlerken sinemayı tekrar tekrar sevmemizi sağlar. Tercihleri, ışık kullanımı ve kadrajları ile o tadı adeta içimize işler. The Hateful Eight filminde de ilk aldığınız hava jenerikten itibaren budur. Kaldı ki jenerik, Corbucci ve Spagetti başyapıtı Il Grande Silenzio’dan bir sample niteliği taşımaktadır. Zaten filmi 70 mm Panavision çekme tercihi bütün bu anlatılanları kaçınılmaz kılıyor ve o en saf, en büyüleyici sinema ruhunu yaşamamızı sağlıyor. Burada Robert Richardson’ın muhteşem bir işe imza attığını ve sinematografi konusunda yılın en önemli işlerinden birine imza attığını da belirtmek gerek. Tek mekan gibi zor bir alanda, ışık oyunları ile böylesine güç bir işe imza atmak her görüntü yönetmeninin harcı değil. Üstesinden gelmekle yetinmeyip, filme ekstra bir güçte sağlamış. Umarım karşılığını en azından bir Oscar adaylığı ile alır ve artık göremediğimiz 70 mm tercihi konusunda diğer yönetmenleri de kışkırtır.
The Hateful Eight kesinlikle Tarantino’nun en ciddi işlerinden biri. Son yıllarda her filminde gördüğümüz absürt tavır/karakterler, b-filmlere olan tutkusunun dışavurumları ve akıl almaz çatışma sahneleri bu filmde neredeyse yok. Tıkır tıkır işleyen bir senaryo ve harika yazılmış diyaloglar var. Çatışma sahneleri de gayet türün ruhuna uygun. Tabii bunları yaparken özellikle filmin ikinci yarısında Tarantino kendi sinemasının öğelerini de ortaya koyuyor. Geriye dönüş sahneler, uzun ve oldukça sinir bozucu hikaye anlatımı içeren diyaloglar, kanın ne zaman akacağının belli olmadığı durumlar ve ırkçılık üzerine söylemler… Kendi sinemasında her zaman olan özellikler mevcut ama tek farkla; Bu sefer oldukça ciddi ve hikayeyi zedelemeyecek biçimde filme yedirilmiş durumda. Yani Tarantino filmlerinde pek görmediğimiz kadar bütüncül. Bu anlamda, filmin, yönetmenin bir önceki western’i Django Unchained’tan farklı olduğunu da söylemek gerek. O ne kadar absürt ise bu o kadar ciddi, o ne kadar komik ise bu o kadar gergin ve o ne kadar klasik westernler gibi karakter/kahraman odaklı ise bu kesinlikle tam tersi. Spagetti Western türüne daha yakın. Onlardan biri gibi…
Hikâyesinde tek mekanı kullanan ve bolca diyalog icra eden Tarantino, bu konudaki gücünü en yüksek seviyede kullanmış. Her zaman müthiş senaryolara imza atan ve bu kategoride ödüllere damga vuran yönetmen, yine kalemini konuşturmuş. Karakterleri oluşturmada da ustalığını sergilemiş. Her bir karakter için hem geriliyor, hem gülüyor hem de dikkatle izliyoruz. Hikâye içindeki geçişler ve ağırlık merkezleri de değişkenlik gösterince uzun bir öykü gibi bir sonraki adımı merak ediyoruz. Bu anlamda irdelerken filmi kadın düşmanlığı ya da homofobi ile suçlayanlar oldu, olacaktır ama bu fikre tamamen katılmadığımı da söylemem gerek. Filmin fazla testosteron içerdiği bir gerçek, bazı söylemler ve özellikle finalinde kadına bakış da biraz olumsuz ama bu bir Tarantino ve western filmi. Yani çok yeni, saldırmayı gerektirecek bir sürpriz değil. Kaldı ki Tarantino hem Pulp Fiction, hem Jackie Brown hem de Kill Bill’de gayet feminist kadın karakterler oluşturan bir yönetmen. Birden tüm fikri ve sineması değişmedi. Türe ayak uydurmak ve derdini belki de böyle anlatmak istedi. Bunda da gayet net ve başarılı olduğunu belirtmek gerek.
Gelelim filmin en formda ismine, Ennio Morricone’ye… Spagetti western türü bir şekilde var olduysa, adını zikrettirebiliyorsa Morricone’ye çok şey borçlu. Özellikle Leone için yaptığı besteler muhteşem ve filmlerin kalitesini, samimiyetini artıran türden. Ruhu tam anlamıyla taşıyan bir güç. 90 yaşına yaklaşan büyük usta, yeteneğinden, bakışından zerre kayıp yaşamamış. Hâlâ mükemmel, hala formunda ve tam anlamıyla aşmış. The Hateful Eight için yaptığı müzikler, filmdeki türün bütün dinamikleri içerisinde en zirvede olanı. Bu büyük ustanın kariyerinin sonlarında yeteneklerini bir kez daha, taptaze melodilerle ve zamanında yakalayabildiğimiz için gerçekten çok ama çok şanslıyız.
Samuel L. Jackson’ın en iyi performanslarından birine imza attığı, Jennifer Jason Leigh’nin Oscarlık oynadığı ve Walton Goggins’in yıldızlaştığı film, Tim Roth, Bruce Dern, Kurt Russell, Michael Madsen gibi oyuncularla da hasret giderme imkânı sağlıyor. Sinemanın gerçek büyüsünü hissettiren sinematografisi, spagetti western türüne katkısı ve Tarantino’nun müthiş diyalogları ile yeni bir başyapıt. Demlendikçe, üzerine daha fazla düşündükçe de etkisi artan filmlerden. Bundan yıllar sonra, bu büyük sinemacının, sinemayı ne denli sevdiğini sekizinci filmi ile anarken, The Hateful Eight’ı türün külliyatına ait önemli bir yapıt olarak da hatırlayacağız. Umarım dönen dedikodular gerçektir ve Tarantino üçleme yaparak bir Western daha kazandırır ve belki de bu sefer Clint Eastwood’u oyuncu kadrosunda hoş bir sürpriz olarak görürüz.