Léon, gelmiş geçmiş en iyi film listelerinin çoğunda, 90’lı yılların listelerinin ise hemen hepsinde yer alan bir başyapıttır. Besson’un bir daha aynı kaliteyi yakalayamadığı duygusal yoğunluk ve aksiyonun harika birleşimidir. En afilisinden bir aksiyon, en tartışmalısından bir aşk ve en etkilisinden de güçlü bir drama… Yalnızlık konusunda da profesyonel olan, soğukkanlı ama bir bitkiye sahip çıkacak kadar naif olan Léon ile etrafındakiler tarafından her zaman kötü muamele görmüş, yaşından büyük işlere kalkışan ama sadece on iki yaşındaki masum bir çocuktan fazlası olmayan Mathilda’nın zekice yazılmış hikâyesi. Klişe tabirle etkisi yıllardır geçmeyen ve her izlenişte aynı keyfi veren ender filmlerden biri…
Léon, yalnız yaşayan ve yalnızlıktan içten içe muzdarip olan bir tetikçidir. En yakın arkadaşı, ona gözü gibi baktığı bitkisidir. Tıpkı çocukluğundaki gibi süt içmeden duramaz ve hüzün doludur. Hatta bu hüznünü bastırmak için mutlu sonlu, bol şarkılı müzikal filmlerini izlemek için akşamları sinemaya gider. Hayatı herkesten farklı ama rutindir; bir çıkış yolu, bir şefkat ve bir sevgi aramaktadır. Mathilda ise babasından hiç sevgi görememiş, üvey anne ve ablası tarafından hor görülen, en çok ilgi görmesi gereken yaşta adeta sokağa atılmış ama yaşından çok büyük hayalleri olan bir çocuktur. Kriminal bir vaka onları birleştirir, ikisi de hayatındaki boşlukları ve ihtiyaçları birbiri üzerinden gidermeye başlar. Tabii bir de amaçları vardır artık: intikam. Léon kızının yerine Mathilda’yı koyar ve bu, büyük bir aşk gibidir. Mathilda ise aradığı şefkati bulur, tabii büyük bir hayranlık ile karışık. Mathilda çocukluğunu yaşayamamış olduğundan dolayı Léon’un onunla ilk iletişim kurma çabasındaki oyuncak kukla üzerinden eğlendirme çabası oldukça hoşuna gider. Ona aşk misyonu ve intikam güdüsü yüklenmiş olsa da o daha bir çocuktur. Herkes gibi çizgi film izlemeyi seven, korkudan kapıya gelip ağlayan, yardım dileyen ve şefkat gösterildiğinde çok mutlu olan bir çocuk. Yaşıtlarından daha akıllı ama tek istediği her çocuk gibi sevgi dolu bir kucak… Gerisi, izleyiciler için duygu yüklü anlar ve bolca aksiyona onlarla birlikte atılmak demek. Bazen üzülmek, bazense heyecanlanmak kaçınılmazdır. Léon ve Mathilda ile birlikte büyüleyici bir hüzün vaat eden serüvene hiç çekinmeden başlarız. Onların yanında, en az onlar kadar sevgi yüklü bir şekilde…
Filme dair ilk ve tek büyük eleştiri de burada başlar. Léon ile Mathilda arasında yaşananlar ve Luc Besson’un gizlemediği aşk, özellikle muhafazakar kesim tarafından olumsuz karşılandı. Mathilda’nın yaşından dolayı kabul edilemez olan bu aşkın, özellikle Léon tarafı pedofili olarak bile nitelendirildi. Körü körüne bir aşk hikâyesi olsa belki bu nitelendirmeler haklı olabilirdi ama bu, büyük birine hayranlık duyan herkesin başına gelme ihtimali olan masumane bir durum. Öğretmenlerinden birine âşık olmayan ya da bunu hissetmeyen kaç kişi var? Léon’un hissettikleri ise zaten hep muamma. Bir babanın kızına duyduğu aşk ve şefkat yoğunluğunda ya da kaybettiği sevgilisini bir çocuk masumiyetinde bulan hüzünlü sevgili kıvamında. Ben her izlediğimde bunları görürüm ya da filme bir suçlama yapamayacak kadar bağlı olduğum için böyle görmek isterim ama ben çok iyi niyetli olsam bile, filme karşı pedofili ya da daha öteye çıkacak yorumların altyapısının da zayıf ve kötü niyetli olduğunu söyleyebilirim. Besson da bunu düşünmüş ve rahatsız olmuş olacak ki filmin bilinen meşhur kopyası epey sansürlenmiş hali. Yanlış anlaşılmaya en az koz vermiş hali.
Besson, özellikle yan karakterleri ve diyalogları oldukça karikatürize oluşturur. Zekice yazılmış diyalogların arasında bolca komedi unsuru vardır. Çatışmanın, kanların ortasında eğlenmemizi, biraz gülümsememizi sağlar. Hikâye yeteri kadar hüzünlüdür ama Besson filmin genelinde ajitasyona kaymaz, en sert yerlere bile eğlence unsuru içeren bir şeyler serpiştirir. Lazım olan karamsar dozu ise kamera hareketleri ve müziklerle verir. Karakterleri takip eden, klostrofobik öğeler barındıran ve çatışmanın tam ortasına seyirciyi yerleştiren kadrajlar ve oldukça hızlı, baş döndüren ve işin içine iyice girmemizi sağlayan kamera hareketleri Besson sinemasının temelini de oluşturur. Bu konuda oldukça usta olan Besson’ın Leon filminde zirveyi yaşadığını söylemek gerek. Destek olarak harika klasik müzik tercihlerini de göz önünde bulundurursak Léon, adeta bazı anlarında bir aksiyon operası niteliği taşır.
Oyunculuk performansları için de bir paragraf açmak gerekirse; Jean Reno kariyerinin en iyi işine imza atmış ve oyunculuk konusunda müthiş bir yol kat etmiş. Hatta çıtayı o kadar yükseğe çıkardı ki bir daha bu ayarda bir performansını izleyemedik. Natalie Portman ise sonradan gelen kariyerinin ve Oscar ödülünün haberisi olan bir performans ortaya koyuyor ve akıllara kazınıyor. Bu iki başrol oyuncusu zaten yeteri kadar iyi ev etkileyiciyken sahneye Gary Oldman çıkıyor ve hem filmin en iyi performansına imza atıyor hem de gelmiş geçmiş kötü adam rolleri arasına adını yazdırıyordu. Bakışlar, mimikler, vücut dilinin tamamını öylesine etkili kullanıyordu ki Oldman, bu inanmışlık karşısında Besson, onun doğaçlamalarına da epey müsaade ediyor ve sinema tarihine geçen sahneler ortaya çıkmasını sağlıyordu.
Son tahlilde; Léon’un aksiyon ve drama birleşiminden ortaya bir başyapıt çıkardığını yinelemek gerek. Sevgiye muhtaç insanların içlerinde ne kadar büyük bir boşluk olduğunu da bir kez daha dile getirerek… İçinizde, bu kötü hayat ve zor dünya karşısında biraz iyilik yapma gücünüz varsa, birilerine sevginizi verebilirseniz ihtiyacı olanlardan başlayınız. Bu harika aksiyon operasında kötüye dair hiçbir şey yok. Tam tersi insanı insan yapan bütün özellikler mevcut. Mathilda, “Hayat her zaman bu kadar zor mu? Yoksa sadece çocukken mi?” diye soruyor. Her zaman zor Mathilda ama mutlaka bir yerlerde iyi insanlar da var…