Modern Klasikler: Mystic River

Yönetmenliği ilk zamanlarında inişli çıkışlı olan, 92 yılında Unforgiven ile seviye atlayan Clint Eastwood, en güzel filmlerini 70 yaşından sonra 2000’li yıllarda ortaya koydu ve koymaya da devam edecek gibi.  Klasik sinemanın ayakta kalan ender uygulayıcılarından olan Eastwood, fantastik sinemanın ve bilim kurguların yükselmeye başladığı dönemde baş kaldırırcasına yine klâsik türde bir filme imza atıyor ve ortaya en afilisinden bir başyapıt  çıkarıyordu. Güçlü senaryosu, harika oyunculuk performansları ve unutulmaz sahneleri ile modern bir klâsik olan Mystic River, sinemanın en yalın halini seven ve özleyen izleyiciler için heyecan verici bir deneyim oluyordu.

Jimmy, Dave ve Sean aynı mahallede yaşayan sıkı arkadaştırlar. Bir gün, her zamanki gibi sokakta oynarken bir araba yanaşır. Polis olduğunu iddia eden iki kişi, Jimmy ve Sean’ı uyarırken, Dave’i annesine götürmek üzere yanlarına alır. Sonradan anlaşılır ki aslında polis değildirler ve Dave’e tecavüz ederler. Dave bir yolunu bulup kaçar ama bu travma hepsini hayat boyu rahat bırakmayacaktır. Eastwood hikâyenin bu noktasından kamerasını 20 yıl sonrasına, kurdukları hayatların tam ortasına çevirir. Düzenlerini kurmuş, hayatlarını çocuklarına adamışlardır ve kör talih yine yakalarına yapışmıştır. Jimmy’nin kızı bir cinayete kurban gitmiştir ve Dave’in de aynı gece başı belaya girmiştir. Bu olayları çözmek ise polis olan Sean’a düşmüştür. Yıllar sonra tekrar bir araya gelmişlerdir. Küçükken yaşadıkları travmanın omuzlarına yüklediği ağırlık, bu yeni olaylara bakış açısını nasıl etkileyecektir?

Eastwood, karakter oluşturma konusunda usta sınıfına girebilecek bir yönetmen. Bu filmde de ortaya çıkardığı/ kurduğu karakterler muazzam işlenmiş. Hikâyenin bütün kıvrımları -baştaki olay hariç- tamamıyla karakterlerin dönüşümleri ile alakalı. Verdikleri kararlar, şüpheler ve algılar olayın gidişatını belirliyor ve bir sonraki hamleyi etkiliyor. Bu anlamda, filmi izlerken karakterlerin her biri ile eksiksiz olarak empati kurmak mümkün. Eastwood hikaye örgüsünü aktarırken herhangi bir tarafta durmuyor ve herkesin kendi sebep sonuç ilişkilerini göz önüne seriyor.

İnsanı anlatan ve toplumsal olarak gittikçe artan şiddet olgusuna değinen Eastwood ve senarist Helgeland, güven problemi konusunda da ders niteliğinde doneler sunuyor . En iyi arkadaşımıza ya da eşimize/sevgilimize olan güven, geçmişten gelen travmalar ile değerlendirilirken, hüznün ve acının etkisi ile yolunu kaybedebiliyor. İntikam duygusu ve çözümleme isteği öylesine ağır basabiliyor ki, en yakınımızdaki insanlardan şüphelenebiliyoruz. Kırılması, halledilmesi ve mantığın önüne geçmemesi gereken ön yargılar, çok iyi tanıdığımız insanları bile bir hiç durumuna düşürebiliyor. Jimmy’nin ölen kızı ile aynı gece başına bir bela gelen Dave karısına bile kendini inandıramıyor ve geri dönülmez sonuçlar doğuruyor. Bir eş, kafasında şüpheler ile doluyor ve yıllardır olan hayat arkadaşına korku ile yaklaşıyor. Eastwood’un yansıttığı bir başka eş ise, büyük bir hataya rağmen kocasının yanında oluyor, hatta onun erkeklik duygularını kabartıyor. Olması gereken hangisi? Şüpheyi kurcalamak mı? Yoksa hayat arkadaşının yanında olup ona sımsıkı sarılmak mı? Usta Eastwood bunun cevabını filmin finalindeki geçit töreninde veriyor. Küçük ama etkili sahneleri kotarmayı çok iyi bilen yönetmenin kamerasında iki ayrı eş iki ayrı duyguyu yaşıyor. Bir tarafta güven duygusu ve aile olmak, diğer tarafta iste hüzün ve yalnızlık baş gösteriyor. Tabii bunları anlatırken alt metinde sevgi olgusu da ince ince işleniyor. Sevgi uğruna kaçıp gitmeyi düşünen bir genç çift, abisini seven ve onu kıskanan bir kardeş, kızına olan sevgiden dolayı bütün şehri yakabilecek bir baba ve çok sevdiği karısının bir süredir yolunu bekleyen bir koca. Bütün bu sevginin en büyük ortak noktası ise fedakarlık. Uğrunda hayatı karartacak, cinayet işleyebilecek ve sahip olduğu her şeyi geride bırakabilecek kadar hem de…

Şiddetin ve yaşanılan travmaların, acımasızlaşan toplumun, insan üzerindeki bireysel etkisi ve yarattığı yıpratma payı yıllar geçtikçe aynı seviyede etkisini sürdürüyor. Dave’in çocukken başına gelen olay neticesindeki içine kapanık, ürkek, fazla konuşmayan hali ve benzeri bir durum ihtimali ile bile karşılaştığındaki  çıldırma ihtimali asla kaybolmayan trajedinin etkisinden dolayı. Koca dünyada kendini yapayalnız hissediyor ve en yakın arkadaşları ile eşinden de gereken desteği göremiyor. Hatta filmin dönüm noktasında, bunların etkisi ile söylememesi gereken şeyler söylüyor ve ölümden bile korkmadığını, ölümün bile yakınlarının şüphesi kadar acıtmadığını ispatlarcasına vazgeçmiş bir şekilde davranıyor. Birey üzerindeki toplumsal etkiler, Eastwood’un bu harika melodramında en net şekliyle hayat buluyor ve izleyen herkesi de biraz düşünmeye itiyor.

Eastwood klâsik sinema örneğinde harika bir atmosfer kurup, oyunculardan maksimum verim alıyor ve hikâyesini nakış gibi işliyor. Etkileyici ve akıllardan çıkmayacak sahnelerin de bol kullanımı ile filmi sinema tarihine altın harflerle yazdırıyor. Oyunculuk performansları olarak harika işler ortaya koyan ve Oscar ile ödüllendirilen Sean Penn ve Tim Robbins özellikle bir araya geldikleri veranda sahnesinde  izleyiciyi kesinlikle büyülemeyi başarıyor.

Sonuç olarak, Mystic River Fantastik ya da bilim kurguların arasında saf sinema hazzı duymak isteyenlere adeta bir ziyafet çekiyor. Kendi küçük ama anlamı büyük sahneler ile de yemeğin baharatlarını ekliyor. Özellikle son yarım saat zirvede hamleler ve vurucu diyaloglarla güçlü bir tiyatro draması hissi de veren film, modern klasikler arasındaki yerini (hak ederek) almayı başarıyor.

© 2024 Modern Sinema