Gelmiş geçmiş en büyük yönetmenlerden Sergio Leone, hem bitmek üzere olan Western türüne hayat verdi, hem de Spagetti Western denen yepyeni bir alt türü sinemaya kazandırdı. Hollywood tarzından farklı olarak anti-kahraman hikayeleri de barındıran, müziklerin tamamen daha doğal ve farklı olduğu, kadrajların estetik ve etkileyici planlardan oluştuğu ve izleyiciye daha yakın ve gerçekçi duran filmlerdi bunlar. Kimileri en iyi Western filmi tartışmalarında Dolar Üçlemesi filmlerinden birini, özellikle de The Good The Bad and The Ugly’i seçerken, büyük bir çoğunluk Once Upon a Time in the West’i en başa yazar ve film sadece türün değil sinema tarihinin de en iyileri arasındaki yerini alır.
Filmin, tarihin en iyi açılışlardan biri ile başladığını belirtmek lazım. Bu, istemeyerek filmin başına oturan ve türe uzak olan seyirciyi bile kendine bağlayacak derece etkileyici bir sahne. İyi seçilmiş mekan, küçük ama etkili diyaloglar, sesin muhteşem kullanımı ve karizma karakterler… Gelen treni bekleyen bir grup kötü adam, sıcaktan kavrulan hava, sinek vızıltısı, çeşmenin belli rutinde devam eden sesi… Çatışma ile sonlanan bu sahne, genel anlamda sinema tarihinin en iyilerinden biri olduğu gibi, kesinlikle en iyi açılış sahnesi. Her detayı mükemmel ayarlanmış, izlerken hayran kalacağınız ve Ennio Morricone’nin muhteşem bestelerinden biri ile körüklenen, büyüsüne kapılmamanın neredeyse imkansız olduğu bir büyük sahnedir bu.
Leone’nin politik söylemler ve alt metinde özlemini kurduğu dünyaya ait mesajları verdiği bir filmdir aynı zamanda bu Western örneği. Demiryolu zengini kodamanın her şey gibi yozlaşan sürecini ve göçmenleri yerlerinden etmek için çekinilmeyen kirli yolları şiddet unsuru gölgesinde bize aktarır büyük usta. Bunu yaparken de şiddetin, küçük hesaplarda bile nasıl bir güce dönüştüğünü/dönüştürüldüğünü betimler. Bu kadar erkek egemen filmde, umudu ve mücadeleyi, halkın olması gereken halini bir kadın üzerinden anlatır. Mücadele, Cardinale’in hayat verdiği karakterin ayakta durmaya çalışması ile de şekillenir. Buradan sonrası ise bir yönetmenin dehasıdır. Özellikle epik zaman kullanımı ve anlatım, filmin ağır temposuna rağmen sıkılmamamızı sağlar ve izleyiciye kalitesini hissettirir. Tabii bu hikaye Amerika’nın kuruluş tarihi ile benzerlikler sunduğu için önemi bir kat daha artar ve bazı ülkeler daha yakın ilgi gösterir.
Teknik açıdan inanılmaz doneler barındıran film neredeyse mükemmeldir. Görüntü yönetimi ve kurgusu ders olarak gösterilecek düzeydedir. Tonino Delli Colli’nin sarı tonların ağırlıkta olduğu ve hikayeye tam oturduğu renk kullanımı bazı sahnelerde donuk renkler tercihleri ve geçişleri ile olabilecek en harika seviyeye ulaşıyor. Nino Baragli’nin hissettirmeden harika kotardığı kurgu, Carlo Simi’nin kostümleri ve sanat yönetimindeki başarısı ve daha evvel bahsettiğim üzere Ennio Morricone’nin muazzam besteleri de olunca bir başyapıt ortaya çıkıyor. Morricone olmasa, sanırım bu tür bu kadar kıymetli olmazdı. Spagetti Western’ler için en az Leone kadar olmazsa olmaz bir parça kendisi. Tüm bunların ışığında, birincil olarak görsel sanat olan sinemanın bizlere sunduğu en muhteşem işlerden biri Once Upon a Time in the West.
Kendi tercihim olarak, çok rahatlıkla gelmiş geçmiş en iyi Western dediğim film, büyük bir ustalıkla inşa edilmiş, muazzam bir senaryoya sahip ve görsel güç konusunda rakip tanımayan bir yapıya sahip. Leone’nin en olgun filmi de diyebileceğimiz yapımı türü sevmeyenler bile rahatlıkla izleyecek ve büyüsüne kendini kaptıracaktır. Claudia Cardinale, Henry Fonda, Charles Bronson, Jason Robard gibi oyuncuların, türleri olmamasına rağmen harika performans sergileklerini ve bunun da oyuncu yönetimi olarak Leone başarısı olduğunu ekleyelim. Son not olarak da filmin hikayesine İtalya’nın başka iki önemli yönetmeni Bernardo Bertolucci ve Drio Argentonun imza atmış olmasını ekleyip izleyeceklere iyi seyirler dileyelim.