Önce Sistem
Sistem eleştirisi, kapitalist düzen, ekonomik yükümlülükler ve buna bağlı çarpıcı hayat hikayeleri… Bunları beyazperdede defalarca izledik. Artık sıkılıyoruz dedikçe de konu deşilmeye devam ediyor ama her zaman daha iyileri, daha farklıları yapılarak. İşte The Measure of a Man de bunlardan bir tanesi. Yönetmen Brize, meseleye en yalın, hepimizin başına gelen örneklerle ve en gerçek açıdan bakmayı başarabilmiş. Cannes’da aldığı ödülleri fazlasıyla hak eden film, insanların maddi sorunlardan dolayı yıkıma uğramaları ve sistemin araçlarının bencilliği üzerine de sert söylemlerde bulunuyor. Thierry’nin hikayesinde başına gelenler ya birçoğumuzun başına zaten geldi ya da yakın bir gelecekte mutlaka gelecektir.
Daha sade hayat yaşayan insanlar için sistemi anlatırken büyük şirketler, büyük paralar, geniş bir çerçeve empati şansını yok eder. Bunun için daha yakın bir hikaye tercih edilebilir. Brize de bu tercih hakkını kullanıp, daha gerçek ve küçük bir hikayey anlatmış. Thierry devlet tarafından yanlış kursa gönderilir, yaşı ilerlediği için iş olanakları azalır, iş görüşmelerinde yardımcı olması için diksiyon ve vücut dili dersleri alır. Sürekli bir arayış içindedir. Kendini sunması, kabul ettirmesi gereklidir ve bunun için hiç uygun durumda değildir. Beğenilmek, işe alınmak, daha doğrusu düzenin bir elemanı olmak için çırpınır. Sistemin onu sömüreceği, kendi gibi olan insanlarla karşı karşıya getireceğini bildiği halde bunun için uğraşır. Zira bir ailesi vardır ve bakmakla yükümlüdür. Bütün bu keşmekeş içinde Thierry akıl sağlığını bozmamaya ve bir şeyler yapmaya çalışır. İşe girdiğinde ise kendi gibi olan hatta kendinden daha zor durumda olan insanlar karşısına çıkar. Şirket her zaman haklıdır, sorumluluk her zaman çalışanlara aittir tabii şirketin yararına olduğunda işin rengi değişir. Birisi kendisine çalışma hayatı ve ekonomik sıkıntılardan dolayı zarar verdiğinde ise kimbilir ne derdi vardı? Mutlaka sorun başka yerdedir. Düzen bellidir, değişmeyecektir ve Thierry gibi insanlar buna ait olmaya mecburdur.
Çarpıcı bir hikayesi olan Thierry, bizlere bu düzen içerisinde en önemsiz şeyin aslında insan olduğunu anlatıyor. Süpermarket sahneleri ile finale doğru da önyargıları adeta yüzümüze vuruyor. Güvenlik görevlisinin “her müşteri potansiyel hırsızdır” sözü bizim değerlerimizi artık yitirdiğimizin en büyük kanıtı. İnsanları muhtaç duruma düşürüp, sonra bunun karşılığı sömüren ve sonunda da haksız durumda bırakan koskoca bir sistem. Bunca yıl sonra da değişme ihtimali de neredeyse sıfırın altında. En iyisi sahte gülüşler, bulunacak meşgaleler ve adapte olarak geçirilecek rutin bir hayat. Tabii Thierry gibi buna günün birinde isyan etmezsek…
Filmin hikayesi dışında en büyük kozu Cannes ödüllü performansı ile Vincent Lindon. Muhteşeme yakın performans sergileyen Lindon’ın mimikleri ve vücut dili gerçekten oldukça başarılı. Daha evvel de çarpıcı bazı performanslarını izlediğimiz ve hayran kaldığımız aktörün belki de en iyisi bu. Tek başına filmin yükünü çeken ve rolün altında ezilmeyen oyuncu, bazı anlarda sadece bakışlarıyla bile kendine hayran bırakıyor.
Derdini son derece samimi ve sade anlatan Brize’nin filmi, herkesin kendinden bir şeyler bulacağı tarzda bir film. Thierry’nin korkuları, yıkımları ve fütursuzluğa kapıldığı anları içimizde sert bir şekilde hissedeceğiz. Sonunda değişen bir şey olmayacak ve hayatımıza kaldığımız yerden devam edeceğiz ama -sizi rahatlatır mı bilinmez- yalnız olmadığımızı anlayacağız.