Bertolucci başyapıtı olan Il Conformista, 1970 yılında yönetmenin bütün dünya tarafından da tanınmasını sağlamıştır. Kendisinin de esas başlangıç/olgunluk çağı olarak referans aldığı film, bir burjuvanın kayıtsız şartsız faşizmi kabulü ve bunun üzerinden soyunduğu iş birliğine odaklanıyor. Polis saflarına katılan Marcello Clerici, yeni bir hayat ve eş ile birlikte balayına gider. Antifaşist bir profesörü öldürme görevini de kabul ederek yola çıkan Clerici, nostalji hissi ve kuşkuları ile birlikte aldığı görevi yerine getirmekte zorlanır. Adı ile kendine bir hiciv görevi üstlenen Il Conformista, siyasal düzlemdeki bir psikanalizdir adeta. Birey üzerinden, dönemin duruşuna ve yaşananlarına da sert bir eleştiri getirir.
Clerici, küçükken şoförlerin tacizine uğramış ve bunun travmasını atlatamamış biridir. Aynı zamanda gizli bir eşcinseldir ama bu travmadan dolayı da eşcinsellere de karşı olan faşistlere destek vermektedir. Burada bir psikanaliz yapan Bertolucci, bizim durumu böyle algılamamızı istemektedir. Tabii yönetmenin bu tercihi, filmin bir yönden eleştirilmesine de yol açmaktadır. Faşizmin tarihsel sürecini, baskıları ya da siyasi alt yapısını değil de insanların travma ve anılarından dolayı faşizmi seçmelerinin anlatılması kimi eleştirmenleri memnun etmemiş, oldukça yavan gelmiştir. Oysa ki insanın derininde var olan yaşanmışlıklar, bir görüşe yönelim ya da ait olma konusunda oldukça belirleyicidir. Günümüzde ve ülkemizde bile bu durum fazlasıyla böyle. Bu açıdan, yapılmayanı yapıp, meseleyi bu açıdan bakan Bertolucci’nin kararı son derece yerinde. Tabii bunları yaparken top yekün faşizme, yandaşlarına ve iş birlikçilerine de bir serzeniş ve oldukça sert söylemler de mevcut. Açık bir şekilde kullandığı simgesel gönderme ve imgeler ise bunu daha net anlamamıza sebebiyet veriyor. Clerici’nin faşizm ve yasaklar sonrası ilk icraatinin bir eşcinsel ilişki olması ise psikolojinin ne kadar önemli olduğunu adeta içimize işliyor. Zaten geri dönüşlerle Clerici’nin yaşadıklarına oldukça vakıf oluyor, onu tam anlamıyla anlama şansı buluyoruz. Kafa karışıklıklarının, şüphe ve korkularının hatta yönelimlerinin empatisini çok net kurabiliyoruz.
Filmin hikâyesinin ve derdinin dışında en güçlü olduğu özelliği görüntü yönetimi. Sonradan Bertolucci ile epey projede daha beraber çalışacak olan Vittorio Storaro imzalı görsellik tam anlamı ile muazzam. Stilize oluşu, renklerin canlılığı ve uyumu, ışık gölge kullanımındaki ustalık ve Bertolucci’nin de değişik usta işi kadrajlarla eşlik etmesi çıtayı epey yükseltmiş. Hatta filmin önüne geçtiğini düşünenler bile var. Zira, canımızın sıkılması, nefret duygumuzun öne çıkması gereken yerlerde bile o kadar harika görüntüler var ki, filmin, gizliden Faşizmi övdüğü bile düşünülebilir. Kaldı ki bu söylem yıllardır yöneltilen bir eleştiri.
Bertolucci bu baş yapıtında düzenin kuklası olmuş bir adamın kökenine inerek yönelimlerinin nedenini açığa çıkarmaya çalışıyor. Toplumsal baskı ve siyasal tercih meselelerinin nasıl zorlama olduğunu da en keskin haliyle bize aktarıyor. İnsanların bu tercihlerinde ya da bir gruba ait olmalarında başkaları ve geçmişleri ile hesaplaşma isteklerinin yattığını da anlatmaya çalışıyor. Rahatına düşkün, keyif almayı seven bir konformizmin değil de itaat eden, hemen kabul eden ve kayıtsız şartsız kabul edenlerin konforunu beyaz perdeye taşıyor. Bütün bu öğelerin birleşimi neticesinde ise ortaya altı boş, tehlikeli ve önlenemez faşizmin de ortaya çıktığının mesajını veriyor. Il Conformista da hareketle günümüzde ve ülkemizde olanları da anlamak daha kolay. Onların baskıları ve itildikleri toplumsal tercihler de sürü psikolojisinin sadece bir versiyon üstü.