Daha önceki yazılarımızda da bolca bahsettiğimiz üzere İtalyan Yeni Gerçekçiliği sinemaya yön veren, kendinden sonraki akımlara referans olmuş ve belki de gelmiş geçmiş en önemli sinema olaylarından biri olan bir türdür. Bu türün en iyi yönetmenlerinden biri de kuşkusuz Vittorio De Sica’dır. Senarist denildiğinde de Yeni Gerçekçilik adı ile beraber Cesare Zavattini’yi zikretmemiz gerekir. Bir de ortada bu ikilinin beraber kotardıkları bir proje varsa, muhtemelen başyapıttır ya da ilgiyi fazlasıyla hak eder. Türün alışık olduğumuz özelliklerinden olan II. Dünya Savaşı sonrası travmasını harap olmuş ve yoksulluk çeken bir topluluk üzerinden anlatan Miracolo a Milano, hem dram, hem fantastik, hem de absürt öğeler içermesi ile farklı bir yerde duruyor. En gerçeküstücü özelliklere sahip Yeni Gerçekçi film olarak zihinlerde yer alan filmin oyuncu kadrosu ise yine büyük oranda amatör oyunculardan oluşmakta.
Filmde, yetim büyüyen Toto’nun, bir topluluğun umudu, neşesi ve mucizesi oluşuna tanık oluruz. Lolotta tarafından büyütülen ama onun ölümü ile yetimhaneye gidip orada büyümek zorunda kala Toto, dışarı salındığında dünyanın gerçek yüzü ile tanışır. Daha sonra bir olay neticesinde gecekondu mahallesine yolu düşen Toto, oranın halkının her şeyi olur. Bahsini ettiğimiz “mucize” de burada gerçekleşir. Yaşadıkları araziden zengin sahibi tarafından çıkartılmak istenen topluluk Toto’nun çabaları ile umut bulmakta ve inancın mutluluğunu tatmaktadır. Burada bizim sinemamızın bile bu filmden etkilendiğini ve birçok benzeri eser kazandığımızı da belirtmek gerek. Özellikle Adile Naşit’in kahkaha ve nidaları ile korumaya çalıştığı park, bir dönem içimizi ısıtan bir hikâye olmuştu.
De Sica’nın bilinçli tercihleri filmi diğerlerinden ayıran nokta. Son derece ajitasyona meyilli ve dramatik yönü güçlü olan hikâyeyi tersyüz ederek, son derece eğlenceli ve masalsı anlatan De Sica, buna bir de absürt komediyi ekliyor ve seyirci odaklı bir yöntem uyguluyor. Ayı zamanda bir masal anlatmayı seçen usta yönetmen fantastik öğeler ile gerçekliği harmanlayarak, zıt öğelerden ortak bir sonuç ortaya çıkarmaya çalışıyor ve bunda oldukça başarılı oluyor aslında. Filmin aldığı en büyük eleştiriler de esasında bu. Yeni Gerçekçi bir filmin, bu kadar absürt ve fantastik oluşu çoğu eleştirmenin kabullenemediği bir durum. Fakat her masalda olduğu gibi, bu filmde de iyi bir yan bulunması ve insanlara umut aşılaması noktasında filmin içindeki iyimser öğeler fazlasıyla işe yarıyor.
Elbette büyük mizahın altında toplumsal ve sert bir eleştiri yapmayı da ihmal etmiyor De Sica ve seyirciyi düşünmeye, çıkarımlar yapmaya zorluyor. Bütün ihtişamın arasına öyle sahneler yerleştiriyor ki, belleğimize kazınıyor bu “gerçek” duygular.
Filmdeki semboller; zengin ve fakirin aynı oluşunu anlamak için elin parmaklarının sayılması, güneşi görür görmez ısınmaya çalışan insanlar, küçük bir zekâ ürünü olarak güneşin batışının para karşılığı izletilmesi ve belli bir ücret karşılığı insanlara duymak istediklerini söyleyen, övgü pazarlayan insan gibi sahneler, bize hem ekonomik yıkıntıları hem de her şartta ayakta kalmanın yol ve gerekliliğini gösterir.
“Her masal mutlu sonla biter” tezinden hareket eden yönetmen bu konuda da filme birkaç alternatif son planlayarak, seyirciye her duyguyu yaşatır. Süpürgelerle uçan insanlar, kekemeliği düzelenler, heykelin canlanması gibi mucizeler gerçekleşmeye başlar ama insanların açgözlülüğü burada da ortaya çıkar. Kürkler, mücevherler istemeye başlarlar. Hatta derilerinin rengini değiştirmeyi dileyenler bile olur. Toto ise Ay ve Güneş’i sevgilisi için aynı anda göğe yükseltmenin derdindedir.
Burada açgözlülerin istediği olmaz ve mucize son bulur ama kalbi temiz, sadece iyilik düşünen Toto’nun isteği de gerçekleşir ve insanlar adeta yine umuda doğru yolculuğa başlarlar. De Sica, zaten en iddialılarını yaptığı toplumsal, gerçekçi ve fazlasıyla dramatik Umberto D. Ve Sciuscia’dan sonra bu filmle tekrara düşmemek adına da elinden gelenin en iyisini yapıyor ve Ladri Di Biciclette öncesi aynı zamanda gerçek üstücü olan Yeni Gerçekçilik filmi ile ustalığını tekrar ispatlıyor. Karamsar gözüken ama alttan alta insanları iyi hissettiren, onlara umut ve iyimserlik aşılamaya çalışan Miracolo a Milano, süpürgelerler uçan inşaların ardından şu cümle ile bütün anlatmak istediklerine noktayı koyuyor: “Günaydın sözcüğünün gerçekten ‘günaydın’ (aydınlanan gün) anlamına geldiği bir aleme doğru…”