Sinemanın gelmiş geçmiş en büyük ustalarından Fellini imzası taşıyan bir film Le Notti di Cabiria. Yeni Gerçekçilik akımına genelde uzak duran ve kendi gerçeküstü dünyasını yaratan Fellini’nin, başta La Strada olmak üzere yine de akıma dahil edilen birkaç filmi mevcut. İşte bu film onlardan biri konumunda. Fahişelik yapan, saf, oldukça insancıl ve hayatını değiştirecek gerçek aşkı arayan Cabiria’nın hayatına odaklanıyoruz hikayede. Onun umutları, hiçbir zaman bırakmadığı mücadelesi ve her olumsuzluğa karşı -bazen yıpransa bile- sonunda gülmeyi başardığı yüzü ile birlikte biz de bir melodram yolculuğuna çıkıyoruz. Akademi Ödülleri ve Cannes Film Festivali’nden de eli boş dönmeyen film, Fellini’nin en “gerçek” hikâyelerinden biri olarak da sinema tarihindeki yerini alıyor.
Fellini filmlerinde kadınların yeri apayrıdır. Bazen oldukça seksi ve kışkırtıcı (ki bazı sahne seçimleri ile bunu Fellini inanılmaz keskin yapar), bazen her şeyin merkezinde ve çoğunlukla da hüzün doludurlar. Cabiria ise hepsinden farklıdır. Diğer filmlerdeki karakterler gibi ütopik ya da fantastik değil oldukça gerçektir. Gülümsemesi, gerçek hayatta bile pek rastlayamayacağınız türden samimidir, insanın içini ısıtır. İyi kalplidir, çocuksu bir yaşama sevinci ile doludur. Her zaman her şeye umutla bakar ve tek dileği gerçek aşkı bulmaktır. Efsanevi ve eğlenceli Roma sokaklarında fahişelik yaparken yakalaması biraz güç bir istektir bu. Defalarca güzelliklerin peşine düşmüş, aramış ve sonunda hep kalbi kırılmıştır ama hiçbir zaman düşmemiş, kendini bırakmamıştır. Fellini’nin bize sunduğu bu ilk bölüm filmin güzel olan kısmıdır. Toplumsal sınıfın en altlarından gelen bir direniş öyküsüdür. Hem de hayatın ta kendisine… Hiç bırakmamak gerekliliğine… Öyle ya, “düşmana inat bir gün fazla yaşamak” değil midir mesele? Düşmanın ta kendisi oyunlarını kader denen şekliyle oynarken hem de…
Filmin ikinci kısmı ise Cabiria’nın yeni bir umudu ile doludur. Gerçek aşkı bulmuştur ya da bulduğunu sanmaktadır. Bir yandan büyük bir korku ile ama umudu kaybetmeden bu aşkı izlerken Cabiria’nın yolculuğunda başka duraklara da uğrarız. Onlarca hayal kırıklığına rağmen, evini barkını satacak kadar inanmaktadır karşısına çıkan yeni aşk rüzgarına. Günümüzde, filmin üzerinden neredeyse altmış yıl geçmesine rağmen hala insanların hikayeleri de buna denk düşmektedir. Bir hayali uğruna kandırılmayı çoğu insan göze alır. Aslında içten içe kandırıldığını hisseder ama çok ufak olan şansını da değerlendirmek, bir süre bile olsa onun hayal ile yaşamak ister. Cabiria da bu sebeplerden ve tercihlerinden dolayı oldukça gerçek bir karakterdir. Hem de fazlasıyla. Bunun yanı sıra onun din konusundaki görüşlerin de öğreniriz, bunların ışığında filmin yapısında katolikler ile ilgili göndermeleri de bolca buluruz. Cabiria bir fahişedir ama derinlerinde belki de bir azize? Tam da burada, din konusundaki küçük ama sert sahneleri düşündüğümüzde aklımıza senaryoyu Fellini ile birlikte yazan başka bir büyük yönetmen Pasolini gelecektir. Zira; böylesine fazla hissettirmeden ama oldukça derinden hicivleri onun gibi yapabilecek kaç yönetmen/senarist var. Öyle ki; filmin ilk gösterim yıllarında muhafazakar kesim oldukça sert tavırlar sergilemiş ve bazı kopyalar bu sahneler çıkartılarak piyasaya sunulmuştur.
Bu noktada Guiletta Masina için özel bir pragraf açmak gerekir diye düşünüyorum. Fiziki özellikleri ve mimikleri ile hem bu film, hem La Strada olmak üzere birkaç filmde daha Chaplin’i andırır performansı. Onun kadın versiyonu gibidir adeta ama bir o kadar da özgün kalmayı başarmıştır. Cabiria’ya hayat verecek ondan daha uygun bir oyuncu düşünülemez elbette. O saflığı, temizliği, masum bakışları Masina’dan daha iyi yansıtabilecek çok az oyuncu mevcuttur sinema tarihinde. Tabii bu harika performansı ödülsüz de kalamazdı. En prestijli festivallerden biri olan Cannes Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu dalında ödül kendisinindi. Fellini ile Masina’nın bu yönetmen/oyuncu kimyası bir aşka da dönüşüyordu ve ömürlerinin sonuna kadar sürecek bir birliktelik başlıyordu. Bu sayede biz de birbirinde güzel performanslar izleme şansına sahip oluyorduk.
Filmin sonunda belki yine hayal kırıklığı, belki yeniden Cabiria’nın ayağa kalkışını görüyoruz. Fellini, belki de en dramatik, en hüzünlü filmi ile tokadı yüzümüze çarpıyor. Tabii umudu hiçbir zaman bırakmamak gerektiğini de anlatarak. Ne zaman bu filmi düşünsem bir vesile ile, yazının içinde de alıntıladığım, Nazım Hikmet’in bir şiirinin şu bölümü de aklıma düşer arkasından;
Sallansaydım ipin ucunda bir bayrak gibi keşke, demeyeceksin.
Yaşamakta ayak direyeceksin.
Belki bahtiyarlık değildir, boynunun borcudur fakat,
Düşmana inat, bir gün fazla yaşamak…