Kendini iyi hisset filmleri diye bir terim, neredeyse bir tür oluşmuş durumda. Sonunda oldukça neşelendiğimiz, bir şeyler için umutlanmamızı sağlayan ve epey mutlu olduğumuz filmler bunlar. Hatta, bazen bu filmlerden çıkıp, hayatımızla ilgili bazı kararlar aldığımız dahi olur. Bazıları içerisinde dramatik geçişler de barındırır ama mutlaka içimizi ısıtacak şekilde sonlanır. Kimileri saf komedidir, bazıları yol filmi, kimileri ise bir değişim ya da bir başarı öyküsü barındırır. Farklı yollardan gitseler de hepsinin ana amacı belki de pes etmemek, hayata küsmemek gerektiğini anlatmaktır. İşte bunlara bir yenisini daha eklediğimiz, sımsıcak ve fazlasıyla gerçek bir film “Hayatımın Şarkısı”.
Belier ailesinin hikayesine odaklanıyoruz filmde. Çiftlikte yaşayan, birbirin sımsıkı bağlı ve oldukça eğlenceli bir aile… İşlerin büyük bir kısmını Paula yürütmekte. Henüz lise öğrencisi olmasına rağmen sorumluluğu büyük, zira; ailenin diğer üyeleri sağır ve dilsiz. İletişim kısmındaki birçok şeyi Paula üstlenmiş durumda. Yönetmen Lartigau, bu noktada izleyiciye mutlu bir aile tablosu verirken, oldukça komik ve zeki espriler, eğlenceli sahneler sunuyor. Ailenin yaşadıklarına ortak ediyor ve epey empati kurmamızı sağlıyor. Paula’nın babasının, belediye başkanına kızıp aday olma isteğini kullanarak da siyasi göndermelerde ve küçük hicivlerde bulunuyor. Tabii ailenin sağır ve dilsiz oluşunu da yine eğlenceli bir tarzla ortaya koyan Lartigau, ajitasyona neredeyse hiç bulaşmıyor. Her şey normal, her şey mutluluk verici. Ta ki öğretmeni Paula’nın harika bir sesi olduğunu anlayana ve Paris’te eğitimine devam edebileceğini söyleyene kadar.
Filmin bundan sonrası kararlar ve bağlar ile epey alakalı. Ailenin yalnız kalma korkusu, Paula’nın gitmek ve kalmak arasındaki sıkışmışlığı, herkesin bencil davranma ihtimalinin olduğu o ruhsal çöküntüler ve pes etmemek. Bu bölümler biraz zorlayıcı ve oldukça duygulandıran sahneler de içeriyor ama sonuç ne olursa olsun filmin esas amacı “iyi hisettirmek”. Lartigau, en duygusal anlarda bile ani manevralar ile izleyiciyi güldürmeyi başarıyor ve kara bulutları hemen dağıtıyor. Bu yöntem pek yeni gelmeyebilir, hemen aklınıza birkaç film gelmiştir bile ama bu filmdeki manevralar epey yerinde ve ayarında. Ne eksik ne de fazla… Klişeler de yok değil ama onlar bile olması gereken kadar ve olması gerektiği yerde duran klişeler. Bu sebeplerle de asla göze batmıyor. Film, bir başyapıt olmasa bile, özellikle üslup ve biçim konusunda sınıfı geçiyor ve vermek istediği hizmete son derece uygun ilerliyor.
Filmin büyük bir kozu da oyunculukları. Cesar ödüllerinde en iyi erkek, kadın, yardımcı erkek ve umut vaat eden oyuncu ödülleri çoktan kazanıldı bile. Bütün oyuncuların hem kimyaları fazlasıyla tutmuş vaziyette hem de şaşırtıcı şekilde gerçek duran performanslar sergilemiş durumdalar. Özellikle Karin Viard bol ödüllü ve Fransa’nın tanınmış yüzlerinden. François Damiens ve Gainsbourg filmi ile harikalar yaratan Eric Elmosnino ise rüştünü zaten ispat etmiş aktörler ama Louane Emera’nın ilk filmi. Önemli bir kazanç. Henüz 16 yaşında olmasına rağmen The Voice yarışmasının Fransa versiyonu (Ülkemizde “O Ses Türkiye” adı ile var olan yarışma formatı) ile tanınan ve aynı anda hem şarkıcılığa hem de aktrisliğe başlayan yeni bir yetenek. Filmdeki şarkıları da kendi seslendirdiği için bize sesini tanıma fırsatı da doğmuş oldu. Birkaç proje sonra, Amerikan sineması tarafında keşfedilip transfer olması pek şaşırtıcı olmaz.
Hayatımın Şarkısı, umarım ve eminim ki çoğu izeyiciye kendini gerçekten iyi hissettirecektir. Bazen, çok büyük olmasalar bile, bazı filmlerin insan hayatındaki önemi bir başka olabiliyor. Kim bilir, bu film de bazılarının hayatında bir değişikliğe ya da almak üzere olduğu bir karara etki eder, önemli bir yere sahip olur.