Mafya filmleri kendi başına derecelendirilen ve listeleri yapılan alt türlerden biri olmuştur her zaman. Güçlü dramalar olarak da kabul gören filmlerin bazıları gelmiş geçmiş en iyi film listelerine girmeyi bile başardı. Tabii türü daha popüler kılan yönetmen ve oyuncuların da katkısı büyük. Son yıllarda ise durum biraz farklı. Zaten sayıları gittikçe azalan mafya filmlerinin içerisinde iyilerine rastlamak oldukça güç. Hatta son dönem yapılanların çoğu vasatı aşamayan filmler. Hal böyle olunca da iyilerin kıymeti daha bir artmakta. İşte “Black Souls”da bunu hissettiren, türe çok büyük yenilikler getirmese de iyi çekilmiş, iyi oynanmış ve bir nebze de olsa türü sevenleri memnun edecek bir filmle karşı karşıyayız.
Daha evvel “Saimir” filmi ile tanınan ve çeşitli festivallerde dikkat çeken Francesco Munzi’nin çektiği film üç kardeş üzerinden ilerleyen bir film. Yasa dışı işlere bulaşmış olan iki kardeş ve uzak durmaya çalışan abilerinin hikayesini görüyoruz perdede. Burada aile ve akrabalık bağları üzerinde söyleyecekleri var yönetmenin. Ataerkil alt yapı gerektiren mafya yapılanmasında büyüğe olan saygı keskin. İşin dışında olsa da büyük olan kardeşin dedikleri önem arz ediyor ve olaylar bazen ona göre şekilleniyor. Munzi’nin kamerası mafyayı kesinlikle meşrulaştırmıyor, aksine kötü göstermeye çalışıyor. Afilli diyaloglar, etkileyici aksiyon sahneleri ya da karizma karakterler yok. Müthiş müzikler ya da siyasi göndermeler de yok. Tam tersine sığ konuşmalar ve gerçekçi bir anlatım mevcut. İzlerken o olumsuz havayı hissedebiliyoruz. Filmin hem biçim hem senaryo açısından karanlık olması da bu konuda etkili. Işık kullanımı da bilinçli olarak düşük tonlarda tutulmuş. Senaryoda ise çok yoğun bir karanlık yapı hakim. Karakterler, olaylar, düşünülen ama yapılamayan planlar ve gelinen sonuçlar… Neredeyse tamamı karanlık ve karamsar. Filmde iyiye ait olan hiçbir şey yok. Bu da olması gerektiği gibi kötü hissetmemizi sağlıyor. Çoğu mafya filmindeki gibi olumlu bakmamızı ya da eğlenmemizi engelliyor.
Filmin çekildiği Africo kasabası, İtalya’nın mafya etkileşiminin en çok olduğu bölgelerden biri. Tarihi epey kanla ve kan davası ile dolu, sabıkalı bir yer. Munzi’nin bu tercihi de daha gerçekçi olmak istemesinden ve temel taşları da anlatmak istemesinden kaynaklı. Bir nevi yüzleşme, anlama çabası. Zira, Munzi’ye göre, Africo’dan bakıldığında İtalya’yı çok daha net anlayabilir, belki de empati kurabiliriz. Burada akıllara Napoli menşeli mafya yapılanmasını anlatan Garrone başyapıtı Gomorra filmi gelebilir. O da benzeri bir biçimi tercih etmişti. Tabii Garrone modern mafyayı aile yerine karakterler üzerinden vermeyi seçmiş ve biraz daha şiddeti ön planda tutmuştu. İki filminde ortak yanı, mafyanın süreçleri ne olursa olsu tohumlarının atıldığı yerleşkeler üzerinden derdini anlatmak. Yani bir nevi kaynağıdan başlamak.
Filmin, teknik olarak da filmin gayet başarılı olduğunu söylemek gerek. Karamsar havanın son derece net aktarıldığı ışık kullanımı, abartı olmayan ve hikayeye gayet uygun sinematografi ve tabii bunlara ayak uyduran ve level atlatan oyunculuklar… Özellikle Luciano rolünde izlediğimiz Farbrizio Ferracane kusursuza yakın performans sergiliyor. Olay örgüsü belli noktalara ulaştıkça ve hikaye pik yaptıkça daha büyük oynuyor adeta ve izleyiciyi perdeye bağlamayı başarıyor.
Sonuç olarak türü özleyenlerin hasret gidereceği, farklı yerden bakan ama çok fazla yeni bir şey vaat etmeyen bir yapım. Buna rağmen, beklenti çok yüksek tutulmazsa kendini izlettirmeyi başaran film, gayet etkileyici bir finale de sahip. Modern İtalyan sinemasının yükselişi yönünde umutlanmak için Munzi’nin adını da bir kenara yazmak gerekiyor sanırım.