Tesisatçı Dima varoşların yaşadığı mahalledeki bir apartmana gider. Gördüğü şeyler karşısında dehşete düşer. Bina çok kötü durumdadır ve yirmi dört saat içerisinde çökme ihtimali vardır. Belediye başkanına ulaşmak ister. Ancak belediye başkanının doğum günüdür ve gecenin ilerleyen saatleri olmasına rağmen devam eden bir parti söz konusudur. Dima partiye gider ve asıl hikaye burada başlar.
Çökmek üzere olan bir bina vardır ama çoktan çökmüş ve pisliğe bulaşmış olan ise bürokrasidir. Yolsuzluk, rüşvet, zimmetine para geçirme ve her türlü kokuşmuşluk, belediye başkanı ve emrindeki üst düzey yöneticilerin rutini olmuştur. Dima, detayları verdiğinde ve sekizyüz kişinin ölümü ile sonuçlanabilecek bi durumdan bahsettiğinde ise ortalık karışık. Belediye başkanı dahil herkes başkasını suçlar, korkular su yüzüne çıkar. Bir anlık panik ve çaresizlik saldırganlığa döner ve kendi kazançlarını meşrulaştırmaya yani en iyi bildikleri şeyi yapıp kendilerini haklı çıkarmaya çalışırlar. Yine başkalarını kullanıp, onları ezip, onlar üzerinden kazanım elde etmeye çalışırlar. Çoğu yerde de jitasyon devreye girer. “Ben yaptım” olgusu, yapılamayanı veya kanunsuz yolla yapılanı örtme çabasına döner. Bu durum sistemin ve bürokrasinin en bilindik halidir zaten. Ülkemize göre de birazcık yorumlarsak hikaye oldukça tanıdık geliyor, öyle değil mi?
Günümüz toplumlarında Dima gibileri çok az kaldı. Film bunu da çok net ifade ediyor. Adaletli olmak, diğer insanları da düşünmek ve işini düzgün yapmak yanlışlık olarak değerlendiriliyor. Dima annesinden işteki şefine, bağlı olduğu birimin yöneticisinden, aslında yardım ettiği kişiye kadar herkes tarafından enayilikle suçlanır. İşgüzar olduğu, fazla dürüst davrandığı dillendirilir ve hayatlarını kurtarmaya çalıştığı insanlar ile yakınlık derecesi sorgulanır. Zira alışık olunan, insanın kendini düşünmesi, haksızlığa sesini çıkarmaması ve kimsenin başına dert açmamasıdır. Olması gereken bu olsa bile… Bu da filmde izleyiciye çok net veriliyor ve Dima tarafından bir empati kurup, destek vermemize olanak sağlıyor. Belki kendi vicdanımızı da sorgulamamıza, bir iç hesaplaşma yaşamamıza sebebiyet veriyor.
Yönetmen Yuriy Bykov kamerasını ve kurduğu atmosferi harika kotarıyor. Ajitasyona girmeden, hikayenin dallanıp budaklanmasına izin vermeden,olayı çok temiz ve keskin işliyor. Hatta bürokrasi ile olan davasına odaklandığımız sırada, filmin heyecan dozunu da artırıyor ve konsantrasyonu en üst seviyede tutmamızı sağlıyor. Sonlara doğru merak duygusunu da artıran manevraları devreye sokuyor ve harika bir ivme de kazandırıyor. Daha da canavarlaşan, bunu artık benimsemiş bürokratlar ile de sinirimizi alt üst ediyor ve karamsar bir tablo ortaya çıkarıyor. Tabii Dima kozunu elden bırakmadan. Belki de iyiye, iyi insana olan inancını hep canlı tutarak. Dima’nın karısına bile karşı çıkması, önceliklerini insan hayatına göre şekillendirmesi böyle düşünmemizi sağlıyor. Tanımadığın insanlar için bu kadar çaba sarf etmemelisin gibi bir yaklaşım üzerinden herkes baskı kuruyor ama Dima tam da şunu düşünüyor; “Birbirimizin bir şeyi değiliz diye hayvanlar gibi yaşayıp, hayvanlar gibi ölüp gidiyoruz”
Filmdeki oyuncu performanslarının da gayet iyi ve yerinde olduğunu söylemek gerek. Özellikle Artyom Bystrov gerçekten ilerisi için güzel bir kazanım olabilecek potansiyele sahip. Hem güçlü söylemleri, hem dramatik yapısı, hem de meseleye soğuk ama umutlu yaklaşımı ile “Enayi” oldukça kayda değer bir film. İnsana olan umudumuzu hiç kaybetmememiz gerektiğini yüzümüze haykıran bir film. Bürorasi her zaman pisliktir. Bürokratlar ise her zaman kendilerini ve servetlerini düşünürler. Hayatımız ise, bir sebepten eğer onların elindeyse, en ufak kazanımları için düşünmeden harcayabilirler. Bykov’un angi düşünce yapısına sahip olarak filmi çektiğini anlamamızı da sağlayan şu sözleri ile yazımı bitirmek isterim; “Böyle insanlara artık çok az rastlanıyor. Değer tanımazlığın, korkunun ve kayıtsızlığın genel geçer sayıldığı günümüzde, yaptıklarının kesinlikle normal olmadığını söylemek için bu insanlara romantik diyoruz, idealist diyoruz ya da düpedüz “enayi” diyoruz. Benim ülkemde böyle “enayiler” hala var ve bu yüzden benim hala umudum var”.