IRA filmleri, özellikle 90’lı yıllar ile birlikte neredeyse bir türe dönüştü. Tabii kendi içinde ayrışmaya da başladı. Güçlü politik söylemlerin gerilim sosu ile verildiği filmler de yapıldı, sert çatışma sahnelerinin yoğun olduğu aksiyonlar da. Bir karakter üzerinden meseleyi derinlemesine irdeleyenler de az değildi. Tabii en sağlamından güçlü dramalar da izledik. Hatta bazıları klasikleşip (özellikle In The Name of the Father), gelmiş geçmiş en iyi filmler listelerine adını yazdırdı. Yann Demange’nin bu ilk yönetmenlik denemesi ise hem meseleye farklı bir bakış getiriyor hem de türün dinamiklerini müthiş bir ayarla harmanlıyor. Bunu yaparken de oldukça mesafeli davranıyor. Karşımızda, gayet iyi çekilmiş ve her tarzdan seyirciyi oldukça memnun edebilecek bir film var.
Sinemanın muhalif gücünden de hareketle IRA filmlerini, daha çok İrlandalı ya da meseleye IRA tarafından bakan yönetmenlerden izledik. Örgütün eylemlerini mantığa bürüyen, fazlasıyla meşrulaştıran ve İngiltere karşısında bir bağımsızlık mücadelesi verildiğini anlatan filmlerdi bunlar. İngilizlerin işkencelerini ve faşist duruşlarını da en sert hâliyle perdeye yansıttıklarından, izleyiciyi de otomatik olarak bir tarafa yönlendiriyorlardı. Belki de fazlasıyla haklılar ama sinemanın evrenselliği, karşıt görüş ve yorumlara da açıklılık gerektirir. ’71 hakkında ilk söylenmesi gerekenlerden biri de tam olarak bu. Meseleye daha ziyade İngiltere tarafından bakması. Bir İngiliz askerini odağına yerleştiren, IRA’nın şiddet eylemlerini de yansıtan ve İrlanda içinde farklı seslerin de olduğunu anlatan bir film. Tabii aldatmacalar, köstebekler, ikili oyunlar eşliğinde ve her iki taraftan da mücadeleye zarar verenler olduğunu göstererek… Genç bir asker üzerinden savaşın, şiddetin belki de silahlı mücadelenin ne kadar anlamsız olduğunu anlatan yönetmen, politikanın ne kadar başa bela bir şey olduğunu da es geçmiyor, küçük donelerle önümüze seriyor. Burada izleyiciyi IRA tarafına itmiyor film tabii ama direkt İngilizlerin tarafına da sürüklemiyor. Bir denge kurmaya çalışıyor ve bugüne kadar yapılmayanı yapmaya çalışıyor.
Filmin en büyük başarılarından biri biçimsel anlamda karşımız çıkıyor. Atmosfer, oldukça başarılı kurulmuş vaziyette. Çok doğru kamera ve ışık kullanımı da başarısını artırıyor. Özellikle, askerin geride bırakıldığı ve kaçmaya başladığı sahnelerde bunu yoğun hissediyoruz. Bir kovalamacaya dönen olaylar, gerilimi son derece ayarında kotarılmış ve gayet iyi çekilmiş. Senaryodaki bazı manevralar ve dönüşümler merak uyandırıcı olup geçişler de hikâyeyi zedelemeden ve seyircinin konsantrasyonunu bozmadan müthiş ayarlanınca ortaya sağlam bir anlatım çıkıyor. Burada yönetmenin oyuncu yönetiminden de bahsetmek lazım. Çocuk oyuncular dahil olmak üzere herkesten tam verim almayı başarabilmiş Demange. Son yılların yükselen değerlerinden Jack O’Connell’ın hanesine de bir iyi performans daha eklemiş oluyor. Bu ivme ile 3-4 sene içerisinde kendisine bir Oscar adaylığı gelirse şaşırmayız herhâlde. Demange’nin de ilk yönetmenlik denemesi olduğu düşünülürse, bize düşen ilerisi için epey umutlanmak oluyor.
Savaş karşıtı filmler arasına da adını yazdıracak olan ’71, bunu ağırlıklı olarak aksiyon türü ile yapabilen ender filmlerden. Zira gerilimi canlı tutup, izleyiciyi koltuğa çivileyip, sonra da bunların ne kadar olumsuz şeyler olduğu hissini vermek kolay değil. Hele ki Saving Private Ryan gibi işin anlatım olarak kolayına kaçıp dakikalar boyunca kopan asker gövdelerini göstermiyorsanız. Filme bir ekstra puan da buradan vererek, can alıcı repliklerden biri ile yazıyı sonlandıralım: “Zengin olanlar, aptal olanlara, fakir olanları öldürmeyi emreder. İşte savaş dediğin şey budur.”