Gone Baby Gone, Shutter Island ve Mystic River filmlerinin uyarlandığı kitapların yazarı olan Denis Lehane, Boardwalk Empire ve The Wire’a da katkı vermişti. Animal Rescue adlı kısa hikayesinden ise bu sefer senaryoyu da kendi yazarak The Drop’a hayat verdi. Lehane, romanlarında ve uyarlandığı filmlerde, genelde donuk, suç unsurunun ön planda olduğu dramalar atmosferi oluşturur. Özellikle de Mystic River’da bu durum, en yüksek seviyesini ve doğal olarak da bir başyapıtı meydana getirmiştir. Bu film için kendisinin varlığı zaten heyecan yaratırken, Rundskop’u Oscar adayı yapan yönetmen Michael R. Roskam ve oyuncu kadrosunu da görünce bu heyecanı zirveye taşımak kaçınılmazdı. Bu beklenti ve pozitif bir sinerjiye rağmen beklentinin büyüklüğü, sanırım (filmi beğenmeme rağmen) biraz hayal kırıklığı yaratmasına sebep oldu.
Filmin oyunculuk performansları açısından sıkıntısı yok. Tom Hardy son yıllarda yükselen grafiğine bir filmle daha katkı vermiş ve Bob karakterinin değişen ruh hallerini gayet başarı ile kotarmış. Hatta bu role fazla steril kalabilecek yüz hatlarının dezavantajına rağmen. Naomi Rapace’de üzerine düşeni fazlasıyla yapmış ama esas cümlelerimizi James Gandolfini için söylemeliyiz. Onun performansı için Oscar söylemleri fazla iddialı belki ama izleyip, kendisinin erken ölümü ve böyle bir oyuncudan mahrum kaldığımız gerçeği insanı fazlasıyla üzüyor. Kendisini perdede son kez görmek ve bu psikoloji ile izlemek de gayet yorucuydu ama her zamanki gibi keyifliydi.
Filmin görüntü yönetimi ve genel olarak biçiminde de yine bir sorun yoktu ama hayal kırıklığının asıl sebebi hikayede yatıyor. Sadece parayı düşünen mafya, kendi iş yerini soyma planları yapan ve bir hesabı olan eski suçlu, musallat olan dengesiz eski sevgili ve bunların olay örgüleri… Defalarca izlediğimiz klişeler. Filmde sürekli yenilikçi bir şeyler ve hikayenin bir yerde patlama yapacağı ve bizi alıp götüreceğini bekledik ama olmadı. Başladığı gibi devam edip, buna uygun şekilde de bitti. Sanki iyi olan 2-3 filmden bir şeyler toplanmış ve dümdüz kurgulanmış gibiydi. Hal böyle olunca da heyecan yaratma noktasında bir şeyler eksik kalmış oldu. Yönetmen için umudu elden bırakmaya gerek yok tabi, Rundskop başarısı ve bu filmde hikaye dışında yaptıkları kendisini takip etmek için fazlasıyla yeterli.
Sonuç olarak, The Drop, “suç filmi olsun çamurdan olsun” diyenleri yine de fazlasıyla memnun edecektir. Ayrıca, Lehane’nin tarzını seven ve romanlarının o donuk havasını seviyorum diyenler de zayıf senaryoya rağmen keyifli zaman geçireceklerdir. Türe ait yeni bir şeyler arayanlar ise beklentiyi düşük tutmalı ve oyuncuların performanslarına odaklanmalı. Film tüm bunların dışında, sinema severleri, en azından, Gandolfini’ye bir vedaya davet ediyor ve bu anlamda filmi mutlaka izlemelerini tavsiye ediyorum.