Son yıllarda dizilere artan ilgi ve yapımcıların bu konuda daha büyük yatırımlara yönelmesi kaçınılmaz bir durum. Sadece Amerika’da değil, Avrupa’da da bu düşünce yoğunluk kazanmış durumda. Hatta ülkemizde bile daha tanınmış oyuncularla, daha büyük bütçeli diziler görüyoruz ve bunlara her sezon yenileri ekleniyor. İşte bu furya Kuzey Avrupayı da vurmuş durumda ve bu durumun ortaya çıkardığı en iyi yapımlardan birisi ise; Bron (İsveç)-Broen (Danimarka). Ağırlıklı olarak yönetmen koltuğunda, daha önce de televizyon dizileri çeken Henrik Georggson var. Başlıca rollerde ise; Bleeder ve Pusher gibi filmlerle tanınan Kim Bodnia ve ülkesinde tanınmış TV yüzü olan, bizim için ise harika bir keşif olan Sofia Helin var.
Danimarka ve İsveç’i birleştiren Oresund köprüsü, dizinin karakterlerini de birleştirip, bir nevi hikayeyi de oluşturuyor. 8 kilometre boyunca uzanan köprünün tam ortasına, milimetrik ayarlar ile bir ceset bırakılıyor. Kopenhag ve Malmö cinayet masalarının birer dedektifi olaya müdahil oluyor. Daha sonra cesetin İsveçli bir siyasetçiye ait olduğu bilgisi üzerine Kopenhag emniyeti olaydan çekiliyor. Fakat ilk kırılma noktası burada yaşanıyor. Cesedi taşımak için işe koyulan görevliler, kurbanın ikiye bölünmüş olduğunu fark ediyor. Her iki parça da yine milimetrik olarak, iki ülkenin sınırları içerisine konmuş vaziyette. Ceset otopsi yapılması için laboratuvara gönderildiğinde bir sürpriz daha yaşanıyor ve cesedin yarısının başka birine ait olduğu öğreniliyor. Yapılan araştırmada, diğer “eksik” cesedin Danimarka’da kaybolan birine ait olduğu ortaya çıktığında Kopenhag emniyeti de tekrar olaya müdahil oluyor ve ortak bir çalışma kararı alınıyor. Normalde tek başlarına çalışan İsveçli kadın dedektif Saga Noren ve Danimarkalı Martin Rohde bu olaya bakan dedektiflerimiz. Noren, son derece işine bağlı, sert, vurdum duymaz ve insanların yüzüne ne hissettiğini hiç çekinmeden söyleyen birisi. Öyle ki; bomba tehdidi yüzünden ölümle yüz yüze olan birisine bile, o an soruşturma ile ilgili sorular sorabilmekte. Rohde ise, geçirdiği ameliyat yüzünden huzursuz olan, Noren’e göre daha az sorumluluk seven ama işinde aslında gayet iyi olan bir dedektif. Soruşturmaları ilerledikçe, olayın gayet profesyonel olduğu ve sadece iki cinayetle kalmayacağı ortaya çıkıyor. Bizleri de bazen geren, oldukça merak ettiren ve gerilim yüklü bir serüven bekliyor.
Dizinin atmosferi gayet etkileyici düzeyde. Gizemini sürekli koruyan, fazla dallanıp budaklanmayan ve oldukça da soğuk anlar barındıran bir atmosfer. Aslında Kuzey Avrupa yapımında ne ararsak o. Bir polisiye – gerilime gayet uyan bir görsellikle de bu etmenler desteklenmiş durumda. Tabi bunda coğrafi özelliklerin çok güzel yedirilmesinin de etkisi var. Danimarka ve İsveç manzaralarının, özellikle geçişlerde, gayet yerinde ve kurguyu zedelemeden kullanılması en büyük artılardan biri olmuş. Kurgudan bahsedecek olursak, konsantrasyonu hiç bozmadan, seyirciyi içine çekmeyi gayet iyi başarıyor. Yan karakterlerin biraz fazla oluşunun dezavantajını, kurgudaki ustalık örtüyor, hatta avanataja çeviriyor. Bir de diziye tam olarak uyan harika müzikler eklenince, daha önce de belirttiğim gibi bütün olarak çok sağlam bir atmosfer kurma başarısı ortaya çıkıyor.
Oyunculuk performanslarına ve ikilinin kimyasına gelecek olursak da söze Sofia Helin’den başlamak gerek. Gerçekten müthiş bir performansa imza atan Helin, karakterinin bütün özelliklerini başarı ile perdeye yansıtıyor. Vurdum duymaz ama kuralcı tavırları, konulara getirdiği farklı bakış açısı, değişik yaşam tarzı ve bunları yaparkenki mimikleri. Yani dört dörtlük bir performans. Bu anlamda onunla tanışmak ve takibe alınacaklar listesine koymak kaçınılmaz. Kim Bodnia ise bazı bağımsız rollerden tanıdığımız bir oyuncu ve üzerine düşeni yine fazlasıyla yapıyor. Bazen çok ciddi ve akıllı, bazen de komik durumlara düşebilen karakteri, o da tam puanı hak edecek kadar harika oynuyor. Tabi tek başlarına iyi performansların yanı sıra, kimya dediğimiz muhteşem uyumları da gayet etkileyici düzeyde.
Bron-Broen’in suç profilinin dışında, yer yer gerilim havası taşıdığını da belirtmek gerek. Katilin kimliğinin belirsizliği, bir sonraki hamlesinin ne olacağı, dedektiflerin nasıl yol izleyeceği gibi klişe unsurlar mevcut olmasına rağmen, oldukça da özgün kalmayı başarıyor. Genel olarak iyi bir dramadan beklenilen hemen her şeyi yerine getirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Her bölüm 1 saat olmasına rağmen sürükleyiciliğinden de bir şey kaybetmiyor. İlerleyen bölümlerde (siyasi kurban üzerinden) arka planda politik göndermeler olduğunu da not düşelim. Bu tarz göndermeleri sevenleri de oldukça memnun edecek cinsten.
Sonuç olarak; çok sağlam bir suç dizisi olmakla beraber, Avrupa sinemasının dinamiklerini sevenleri de memnun edebilecek bir yapım Bron-Broen. Her zaman olduğu gibi, iyi çekilen bir film ya da diziyi, yeniden çevirip, “kötü” bir kopya haline getiren Amerika bunu da boş geçmedi. Taklidinden sakınıp, orjinalini izlemenizi salık verir, iyi seyirler dilerim.