Alex van Warmerdam, Abel ve Grimm gibi filmlerle tanınan ve Avrupa sinemasında hatrı sayılır yeri olan bir yönetmen. Filmlerinin çoğunda olduğu gibi Borgman’ın da senaryosu kendisine ait. Cannes Film Festivali yarışma seçkisine de dahil olan film, Avrupa’nın çeşitli festivallerinden ödülle dönmeyi başardı. Hollanda’nın Oscar aday adayı olarak ismini daha çok duyuran film, son beş e kalamayarak belki de yanlış bir tercih olduğunu kanıtlamış oldu. Zira sindirimi çok zor olan ve birçok türe göz kırpan filmin Akademi üyelerini etkilemesi beklenemezdi.
Film, bir rahip ve yanındakilerin silahları kuşanıp ormana gitmesi ile başlıyor. Yerin altında yaşayan, saçı sakalı birbirine karışmış Borgman ve arkadaşları hedef konumunda. Bu durumu önceden anlayan Borgman, arkadaşlarını da “ihbar edildik” diye uyararak oradan uzaklaşıyor. Rastgele kendini bir mahalleye atıyor ve kapıları çalmaya başlıyor. Kapısını çaldığı bir evde karşısına çıkan adama duş alma isteğini dile getirip, karısını tanıdığını iddia ediyor. Kadın tanımadığını söyleyince de adam Borgman’ı öldüresiye dövüyor. Daha sonra kadın, kocası yokken durumuna üzüldüğü Borgman’ı eve alıyor ve duş almasına izin veriyor. Yeteri kadar dinlenip toparlanan Borgman gitmek üzere yola koyuluyor ama kadın, kalması gerektiğini dile getiriyor ve traş olup, bahçıvan kılığında eve yerleşebileceğini söylüyor. Filmin bundan sonrası ise türleri yoklayan, soru işaretleri ile dolu, din öğesini alt metin olarak kullanan ve hazmı zor şekilde akıyor.
Borgman’ı eve alan Marina kötü bir dönemden geçiyor. Kocası ile arasında sorunlar var ve onun gereksiz siniri kendisini rahatsız ediyor. Borgman’ın eve gelmesi, onun için belki de bir çıkış yolu, bir alternatif. Elde ettiklerinin kıymetini bilmeyen, batılı olmayı şans olarak görüp biraz da kibirli olan bir aile. Filmin bir yerinde yer alan “benim değil bizim” göndermesi de ailenin yaşadığı çatışmaları özetler nitelikte. Borgman, belki de gerçeği yüzlerine vuracak kişi ya da bu kibirlerinin karşılığını verecek olan “melek”. Zira, sırtlarında görülen yara izleri bunun için bir upucu. Borgman’ın, Marina’nın psikolojisini bozup, değişmesine neden olan rüyalarını adeta bir karabasan gibi üzerine çökerek yönetmesi de cabası. Borgman’ın arkadaşlarının, çocukları kaçırması ya da dadıyı da kendi saflarına çekmeleri, sırtlarında aynı yara izleri açmaları da bu görüşü ispatlar nitelikte. Zaten filmin açılış cümlesinin, İncilden bir ayet olarak, “…Ve onlar kendi saflarını yüceltmek için yeryüzüne indiler” olması ipuçlarına sağlam bir zemin olarak karşımıza çıkıyor. Borgman’ın kendisini tanıttığı Camiel isminin Hristiyanlıkla alakadar olması ve kendini ilk önce Anton (Aziz) diye tanıtması da hikayenin tamamen dine yaslandığını gösteriyor. Marina’dan yardım isterken, Borgman’ın yanlışlıkla Maria (Meryem) demesi de sanırım tesadüf değil. Şarap ve ölüm temalı sahnelerin varlığı da adeta gözümüze sokulmuş. Çocuklara anlatılan hikayede canavara karşı eli öpülüp yardım istenen karakter ve Marina’nın Borgman’ın elini öpüp bir istekte bulunması da hikayeye çok şık bir şekilde yedirilmiş. Belki yazıyı okurken içinden “çok zorluyorsun” diyenler olabilir ama eminim ki fimi izleyen ve Hristiyanlıkla ilgili daha geniş bilgiye sahip olan herhangi biri, bu yol haritasını gayet net bir şekilde önümüze koyacaktır. (Tam da buraya, kişisel bir not olarak; bu tarz bir bilgiye sahip olup, filmi bu anlamda iyi etüd eden birileri varsa bir şekilde notlarını ulaştırsın demek istiyorum)
Filmin sürekli rahatsız edici bir atmosferi var. Sanki her an kötü bir şeyler olacakmış gibi. Ayrıca oldukça da donuk ve merak uyandıran cinsten. Filmin de en büyük kozlarından biri bu zaten. Ne olacak, ne oluyor diye merak edip, kafada bir şablon belirleyip ona uydurmaya çalışmak. Yönetmenin kendi tercihi olduğu üzere, soru işaretleri ile dolu ama bir yerden yakalanınca da odaklanmayı çok rahat sağlayabilen bir senaryo. Bazı bölümlerde bu özellik inanılmaz depresif. Küçük detaylarda ve bazı sahnelerde ise sürrealist diyebileceğimiz ama absürd kısımlar da barındıran türden. Dramdan, kara komediye kadar uzanan bir seçki. Başarı ile kotarılan sinematografinin de filme katkısı büyük. Filmin en sağlam özelliklerinden biri konumunda hatta. Oyuncu performansları ise, küçük çocuklar da dahil olmak üzere son derece başarılı. Marina’nın değiştikçe çöken ruh hali, Borgman’ın etkileyici bakışları ve yan karakterlerin mimikleri. Hepsi hakları yenmeyecek kadar harika yansıtmışlar. Özellikle filmin en iyi sahnelerinden de olan yemek sahnesinde, her biri usta işi performans ortaya koyuyor.
Filmlerde açık kapıları, soru işaretlerini, metaforları, göndermeleri sevmeyenleri memnun edemeyecek, hatta saçma bulmalarına bile sebep olabilecek bir yapım. Zira, bir zemin bulup oturtsanız bile, bunun doğru olup olmadığını size söylemeyen bir film. Tabi bunun yanı sıra değişik atmosferi, Avrupa sinemasının o donuk kısmını ve kaba tabirle “kafa yormayı” sevenleri de oldukça kendine bağlayacak bir film. Beğenip beğenmemek tabi göreceli bir kavram ama şans verip, en azından kendinizi denemeniz gereken, bunu hak eden bir film.