Penny Dreadful; Hugo, The Aviator ve Gladiator filmlerinin senaryoları ile Oscar adaylıkları bulunan John Logan’ın önderliğinde ve Oscar’lı yönetmen Sam Mendes’in yapımcılığında ortaya çıkan bir TV serisi. Ayrıca daha evvel bizi etkilemeyi başaran dizilere imza atan Showtime kanalının da bir ürünü.
Dizinin başrollerini son yılların en beğenilen aktrislerinden Eva Green, James Bond serisinden tanıdığımız Timothy Dalton ve son yıllarda biraz popülaritesini kaybetmiş olan Josh Hartnett paylaşıyor. Korku, gerilim ve dramanın harmanlandığı bu fantastik dizide Dracula, Dr. Frankenstein, Dorian Gray gibi İngiliz edebiyatının ikon haline gelmiş karakterlerini ve daha nicelerini bulabiliyoruz. Dizinin hikayesine bakıldığında, izlerken gerilim ve heyecanı yaşamanın yanı sıra, tanıdık ve sevilen karakterleri gördükçe de keyif alıp eğlenebilirsiniz.
Victorian dönemde geçen Penny Dreadful’da; sisli sokaklar, koyu tonların ağırlıkta olduğu kadrajlar ve etkileyici bir atmosfer var. Özellikle o dönemin seyirciye daha net aktarılması için başarılı renkler de kullanılmış. Zaten görüntü yönetimi ve atmosfer kurma başarısı dizinin en etkileyici özellikleri arasında yer alıyor. Bu noktada “Her bölüm adeta bir film gibi” tabirini, dizinin görüntüleri için kullanmak da sanırım çok uygun olacak. Ayrıca sanat yönetimi, makyaj ve kostüm konularında da ekibin başarılı bir iş ortaya koyduğunu söylememiz gerekiyor. Kısacası Penny Dreadful, hem teknik açılardan hem de görsel olarak son derece doyurucu bir yapım.
Dizi, Vanessa Ives adlı esrarengiz bir kadının, Ethan Chandler adında silahlarla arası iyi olan bir gösterici ile tanışması ve ona bir iş önermesi ile başlıyor. İş, Sir Malcolm’un kaybolan kızını arayışına destek vermek. Tabi bunu yaparken silahları iyi kullanabilmesi önemli. Zira; daha ilk günden savaşmak zorunda oldukları tuhaf yaratıklar baş gösteriyor. Macera ilerledikçe tanıdık karakterler bir bir ortaya çıkıyor. Tabi burada hikaye örgüsünden dolayı merak unsuru üst düzeyde. Hangi karakterin ortaya çıkacağı, kimin neyi temsil ettiği ve göndermelerin hangi edebi esere ait olduğu. Öyle ki; Phantom of the Opera göndermesi, şiir alıntıları ve Frankenstein’ın tiyatro emekçisi olması gibi ufak ama heyecan yaratacak detaylar var.
Tür olarak bazı bölümlerin korku türüne yakın durduğunu, diğer bölümlerin de ağırlıklı olarak gerilim tadında kaldığını belirtmek gerek. Bazı anlarda snuff kültürüne göz kırparcasına kanlı ve etkilenebilecek sahnelerin olduğunu da ekleyerek. Başta da belirttiğim gibi bunların etkileyici olmasının en büyük sebebi, atmosfer kurma becerisi ve görüntü yönetimindeki başarı.
Oyuncu seçimleri izleyiciyi biraz ikilemde bırakmış durumda. Eva Green’in seveni çok, Hartnett tanınmış bir yüz ama bu diziye uygunlukları ve performansları tam olarak içine sinmiş değil kimsenin. Dalton’ın da bu rol için fazla pembe dizi yüzü kaldığı konusu herkesin ortak görüşü. Senaryo ve hikaye ilerledikçe kopukluk, tam oturmamışlık ve karakterler arasındaki dengesizliklerde puanı biraz düşürüyor. Zira; tam bir zemine orturtulmamış ve tanınmış ikonlara fazlasıyla yaslanılmış. “Her şeyden biraz var ama hiç bir şeyden tam yok” demek sanırım tanımlayıcı bir cümle olacaktır. Tabi dizi devam ettikçe bunun farkına varan yapımcılar, ikinci sezon onayı da alındığı için eminim daha olgun bir senaryo üzerinde çalışacaktır.
Son tahlilde; dönemi, dönemin edebi yönünü sevenleri, korku-gerilim fanatiklerini ve dizilerde sağlam atmosfer arayanları bir nebze de olsa tatmin edecektir. Çok durağan olmadığı için eğlencelik bir şeyler arayanlar da büyük oranda başarılı bulabilirler ama senaryo ve karakter odaklı işlerin meraklıları beklentiyi düşürürse kendilerine iyilik yapmış olurlar. Yeni başlayacaklar için şimdiden iyi seyirler. Bakalım, kötülerin sürprizlerle dolu bu macerası sizi ne kadar yakalayabilecek…