Faşizme İnat “Yeni Gerçekçilik”

İkinci Dünya Savaşı sonrası toplumsal çöküntüye uğrayan İtalya, işsizlik ve yoksulluk da eklenince altından kalkamayacağı büyük sorunlarla karşı karşıya kaldı. Siyasal değişimler, yeni yapılanma ve ahlaki dengelerin bozulması da bu sorunlara eklenen diğer etkenlerdi. 

“Yeni Gerçekçilik” işte böyle bir zamanda, sadece sanatın bir dalı ve yeni bir türü olarak değil; düşünce, gereklilik hatta bir hareket olarak ortaya çıktı. Dönemin başkanı Mussolini’nin oğlunun sahibi olduğu Cinema Dergisi’nde bir araya gelen ve aralarında Antonioni ve Visconti’nin de bulunduğu bir grup eleştirmen; baskı altında oldukları ve yönlendirildikleri zamanlara tepki olarak, yaptıkları toplantılarda bu akımı yarattılar. 

Toplumsal sorunlara eğilmek, bu durumu az bütçe ve yalın bir anlatım ile seyirciye aktarmak, amatör oyuncular kullanmak ve en önemlisi de sinemayı stüdyolardan çıkarıp sokağa taşımak en büyük amaçları oldu. Yeni Gerçekçilik; 30’lu yılların mutlu sonlu, daha çok entrika içeren, Mussolini baskısı ile yaratılan ve “Beyaz Telefon” olarak adlandırılan filmlerine de adeta bir başkaldırı anlamı taşımaktaydı. 

Stüdyodan sokağa çıkan sinemanın önemli bir hale gelmesindeki en büyük etkenler hiç şüphesiz, amatör oyuncu seçimleri ve senaryolardaki “gerçekçilik” olgusu ile izleyicilere kendilerini yakalama ve kişiselleştirme fırsatı sunabilmesiydi. Faşizmin yaralarını sarmaya çalışan bir halk için, daha önce de belirttiğimiz gibi “Yeni Gerçekçilik” artık vazgeçilmez bir harekete dönüşmüştü. 

Yeni Gerçekçilik akımının başlangıç tarihi olarak Roberto Rossellini’nin 1945 yapımı başyapıtı  “Roma Citta Aperta” filmi kabul edilir. Ancak akımın ilk belirtilerinin görüldüğü film, Luchino Visconti’nin 1942 yapımı “Ossessione” eseridir. Buradan yola çıkarak, Yeni Gerçekçilik’in başlangıcı 1942 olarak alınırsa, Vittorio De Sica’nın 1952 yapımının, türünün de en iyi örneklerinden biri olan (belki de en iyisi)  “Umberto D.” filmi ile son bulduğu varsayımını kabul edebiliriz. Hem de 10 yıl boyunca sürdürülen bir serüven iken.. Tabi şunu da not etmek lazım ki; Fellini’nin 1955 yapımı “La Strada”  filmini türe dahil eden ve türün dinamiklerinin var olduğunu söyleyen kaynaklar da az değil.  

10 yılın sonunda entelektüeller ve halk arasındaki dengesizlikler, kuzey-güney arasındaki ekonomik farklılıklar ve Hristiyan Demokratların iktidarı, İtalya’da durumu zorlaştırmaya başladı. Dönemin sıkıntılarını üzerinden yavaşça atmaya çalışan halkın yanı sıra, yönetmenlerin de “gerçeklik” ten iyice uzaklaşarak, değişik tür ve fantezi işlere yönelmeleri, Yeni Gerçekçilik akımının gittikçe kaybolmasına sebep oldu. Tabi ki bu değişimler, akımın kaybolmasında keskin bir rol oynuyor gibi görünse de bu sürecin tamamlanması hayli zaman aldı.

Yeni Gerçekçilik’in etkilerini günümüzde hala görebiliyoruz. Öyle ki; birçok filme, yönetmene ve yeni akıma ilham olabilen bir sinema olayını göz ardı etmek hem haksızlık hem de mümkün değil. Akımı; gerçeklik ve estetiğin muhteşem uyumuyla buluşturan o devrin yönetmenleri, yeni İtalyan sineması için de tartışmasız bir öğretici değer taşırlar. 

Ülkemizde ise “Yeni Gerçekçilik” denildiğinde akla ilk gelen ve akımı sevenlerin kendilerine en yakın bulduğu film, Ertem Eğilmez’in 1973 yapımı “Canım Kardeşim” idir. Yeni Gerçekçilik’in üzerinden 20 yıl geçmiş olmasına rağmen, akımın bütün özelliklerini taşıyan, yoksulluk ve bolca da umutsuzluk barındıran bir film olma özelliğine de sahiptir. Ülkemizin o yıllarda içinde bulunduğu kaos ortamı, ahlaki dengeler ve dönemin siyasi olayları göz önüne alındığında “Canım Kardeşim” filmi pek de şaşırtıcı gelmiyor. 

Bu bağlamda Ertem Eğilmez sonrası bir not da Yılmaz Güney filmleri için düşülebilir. Başta 1970 yapımı “Umut” filmi olmak üzere, Yılmaz Güney’in siyasi kimliğini de göz önünde bulundurarak; Yeni Gerçekçilik’in izlerinin filmlerine bolca yansıdığını söylemek pek de abartı olmaz.  

 

YÖNETMENLER VE EN ÖNEMLİ 10 “YENİ GERÇEKÇİLİK” FİLMİ 

Akımın en önemli yönetmenleri ve öncüleri olan Visconti, Rossellini ve De Sica; gelmiş geçmiş en iyi yönetmenler arasında da gösterilir. Gentilomo, Vergano, Blasetti, Zampa, Castellani, Germi, De Santis ve Lattuada’da akıma katkı veren diğer yönetmenlerdir. Tabi bu filmlerin birçoğunda senaryolara imza atan ve yönetmenlere yol gösteren Cesare Zavattini’yi de bir köşeye not etmekte fayda var. 

1- OSSESIONE, VISCONTI, 1942 

Yeni Gerçekçilik’in özelliklerinin ilk görüldüğü filmdir. James M. Cain’in “The Postman Always Ringing Twice” romanının İtalyan yaşantısına uygulanmış halidir. Antikonformist öğeleri ile de bir simge haline dönüşmüştür.

© 2024 Modern Sinema